Cevap:
Tasavvuf yolundan maksat, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğru itikada ve İslamın güzel ahlâkına ve fıkıh kitaplarının gösterdiği işleri yapmağa ve bid’atlerden sakınmağa ve Allah dostlarının kalplerine gelen hâllere kavuşmaktır. Her Müslümanın, farzlarda, vaciblerde ve müekked sünnetlerde, Resûlullaha tâbi olması lâzımdır. Âciz olmak, mücahede ve gaza yapamamak için özrüdür. Hem de, geceleri, mübarek ayakları şişinceye kadar teheccüd namazları kılması ve çok açlık çekmesi ve muharebelerde kahramanlıklar göstermesi, Onun hasâisinden idi. Yani yalnız Ona ihsan olunmuştur. Allahın aslanı, emîr-ül-mü’minîn Ali “radıyallahü anh” buyuruyor ki, (Muharebenin en şiddetli zamanlarında, Resûlullahın yanına sığınırdık). Cihad-ı asgar olan muharebeler için ve cihad-ı ekber olan, nefs ile mücadele için, kuvvetli olmak şarttır. İmâm-ı Rabbaniye itiraz edenler de âcizdir. Hadîs-i şerifte, (Kolay şeyleri yapınız! İşlerinizi güçleştirmeyiniz! Gücünüz yettiği şeyleri yapınız! Allahü teâlâ, kolay olanları yapmanızı istiyor) buyuruldu. Allahü teâlâ, mihnetlere, meşakkatlere katlanmağı kolaylaştırmıştır. [Bunun için, dertlere, belalara katlanmağı istiyor. Sabır edenleri seviyor.] İmâm-ı Rabbani, (Resûlullahın her işine tâbi olmalıdır) demiyor. (İtikatta, fıkıh kitaplarında emrolunan işlerde, yani ahkâm-ı islâmiyyede ve kalp ile yapılan zikirlerde ve terakkilerde tâbi olmalıdır) diyor.
Resûlullaha tam tâbi olunca, insan Onun gibi olur. Tasavvuf büyükleri, bu hale (Fenâ firresûl) demişlerdir. (Fenâ-fişşeyh) ve (Fenâ-fillah) demeleri de böyledir. Bu sözleri de, insanın sıfatları, mürşidin ve Allahü teâlânın kemal sıfatları gibi olurlar demektir. (Tam İlmihal s. 772)
Ahirette azaplardan kurtulmak, ancak Muhammed aleyhisselama tâbi olmağa bağlıdır. Onun gösterdiği yolda giden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Ona tâbi olan, Allahü teâlâya sadık kul olmak saadetine erer. Dünyaya gelmiş olan yüzyirmidörtbinden ziyade Peygamberin en büyükleri, Ona tâbi olmağı istemiştir. Mûsâ “aleyhisselam” Onun zamanında bulunsaydı, O büyüklüğü ile beraber, Ona tâbi olmağı severdi. İsa aleyhisselâmın gökten inip, Onun dini yolunda yürüyeceğini herkes bilir. Onun ümmeti olan Müslümanlar, Ona tâbi oldukları için, bütün insanların hayırlısı ve en iyileri oldu. Cennete gireceklerin çoğu bunlar oldu ve Cennete herkesten önce gireceklerdir. (Tam İlmihal s. 43)
***
Sual: (Ümmet-i icabet) ve (Ümmet-i davet) ne demektir? Peygamberlerin sayısı kesin olarak belli midir?
Cevap:
Kâdî-zâde Ahmed efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Birgivî vasıyyetnâmesi) kitabını şerh ederken, kırkdördüncü sahifeden başlayarak diyor ki, Allahü teâlânın yer yüzünde insandan Peygamberleri olduğuna inanırız. Peygamberlerin hepsi, Allahü teâlânın onlara (Vahy) ettiği, yani melekle bildirdiği (Ahkâm)ı, yani emirleri ve yasakları, kendi zamanında bulunan insanlara bildirmişlerdir. Bu insanlar, O Peygamberin (Ümmet)idirler. Peygambere inananlarına, (Ümmet-i icabet) denir. İnanmayanlarına (Ümmet-i davet) denir. Peygamberlerin en sonra geleni (Muhammed) aleyhisselâmdır. Ondan sonra Peygamber gelmeyecektir. Dünyanın her yerinde, her zamanda bulunan insanların hepsinin ve cinnilerin Peygamberidir. Hepsinin, Ona inanmaları lâzımdır.
Yeni bir din getiren Peygambere (Resul) denir. Daha önce gönderilmiş bir Resulün dinine uymağa çağıran Peygambere ise, (Nebi) denir. Her resul, nebidir. Her nebi, resul değildir. Resullerin sayısı üçyüzonüç diyenler oldu. Peygamberlerin hepsinin sayısı kesin delil ile belli değildir. Yüzyirmidört bin olduklarını bildiren hadîs-i şerif (Haber-i vâhid)dir. Bir kişinin bildirdiği hadîs, sahih olsa bile, zan ifade eder. Bunun için sayılarını söylememek daha iyidir. Muhammed Masûm-i Fârûkî, ikinci cildin otuzaltıncı mektubu sonunda ve (Emâlî) kasidesinde ve (Berîka) ve (Akâid-i Nesefiyye) ve (Hadîka) kitaplarında diyor ki: Peygamberlerin sayısını söylemek, Peygamber olmayanı Peygamber yapmak veya Peygamberi Peygamber tanımamak olabilir. Bu ise küfürdür. Çünkü, Peygamberlerden birini tanımamak, hiçbirine inanmamak demek olduğu, bütün kitaplarda yazılıdır. Bundan başka (Emâlî) kasidesinin şerhinde ve (Berîka)nın üçyüzdokuzuncu sahifelerinde, (Hiçbir Veli, Peygamber derecesine varamaz. Peygamberi tahkir, küfür ve dalâldir) diyor. (Hak Sözün Vesikaları s. 252)