Cevap:
İslâm nimetlerinin elden çıkmasına sebep olanlar iki kısımdır:
Birincileri, küfürlerini, düşmanlıklarını açıklayan kâfirler olup, bunlar bütün silahlı kuvvetleri ile, bütün propaganda vasıtaları ve siyasi oyunları ile, İslâmiyeti yıkmaya uğraşıyorlar. Müslümanlar, bunları biliyor ve onlardan üstün olmaya çalışıyor.
İkinci kısım ise, kendilerine Müslüman ismini ve süsünü verip, din adamı tanıttırıp, Müslümanlığı, kendi akılları ile, keyiflerine ve şehvetlerine uygun bir şekle çevirmeye uğraşıyor, Müslümanlık ismi altında, yeni, uydurma bir din kurmak istiyorlar. Hile ve yalanları ile, sözlerini ispat etmeye, yaldızlı yazılar ile, Müslümanları aldatmaya çalışıyorlar. Müslümanların çoğu bu düşmanları, bazı sözlerinden ve İslâmiyeti yıkıcı davranışlarından seziyor ise de, çok kurnaz idare edildikleri için, birçok sözleri maalesef revaç bulup, Müslümanlar arasında yerleşiyor.
***
Sual: Dinimizde, inanana, inanmayana, emir ve yasaklara ne denir ve bunların tanımı, tarifi nasıldır?
Cevap:
Birincileri, küfürlerini, düşmanlıklarını açıklayan kâfirler olup, bunlar bütün silahlı kuvvetleri ile, bütün propaganda vasıtaları ve siyasi oyunları ile, İslâmiyeti yıkmaya uğraşıyorlar. Müslümanlar, bunları biliyor ve onlardan üstün olmaya çalışıyor.
İkinci kısım ise, kendilerine Müslüman ismini ve süsünü verip, din adamı tanıttırıp, Müslümanlığı, kendi akılları ile, keyiflerine ve şehvetlerine uygun bir şekle çevirmeye uğraşıyor, Müslümanlık ismi altında, yeni, uydurma bir din kurmak istiyorlar. Hile ve yalanları ile, sözlerini ispat etmeye, yaldızlı yazılar ile, Müslümanları aldatmaya çalışıyorlar. Müslümanların çoğu bu düşmanları, bazı sözlerinden ve İslâmiyeti yıkıcı davranışlarından seziyor ise de, çok kurnaz idare edildikleri için, birçok sözleri maalesef revaç bulup, Müslümanlar arasında yerleşiyor.
***
Sual: Dinimizde, inanana, inanmayana, emir ve yasaklara ne denir ve bunların tanımı, tarifi nasıldır?
Cevap:
Resulullah efendimizin söylediklerinin, bildirdiklerinin hepsini beğenip kalbin kabul etmesine, yani inanmasına İman denir. Böylece inanan insanlara, Mümin denir. Onun sözlerinden birine bile inanmamaya veya iyi ve doğru olduğunda şüphe etmeye Küfür denir. Böyle inanmayan kimselere Kâfir denir. Allahü teâlânın, Kur’ân-ı kerimde, yapılmasını açıkça emrettiği şeylere, yani bu emirlere Farz denir. Yapmayınız diye açıkça men ve yasak ettiği şeylere Haram denir. Allahü teâlânın, açıkça bildirmeyip, yalnız Peygamber Efendimizin yapılmasını övdüğü, yahut devam üzere yaptığı, yapılırken görüp de mâni olmadığı şeylere Sünnet denir. Sünneti beğenmemek küfürdür. Beğenip de yapmamak suç değildir. Onun beğenmediği ve ibadetin sevabını gideren şeylere Mekruh denir. Yapılması emir olunmayan ve yasak da edilmeyen şeylere Mubah denir. Bu emir ve yasakların hepsine Ahkâm-ı ilâhiyye veya Ef'âl-i mükellefîn ve Ahkâm-ı İslâmiyye denir.
***
Sual: Herhangi birisinin suyunu çalan bir kimse, bu su ile abdest alabilir mi?
Cevap:
***
Sual: Herhangi birisinin suyunu çalan bir kimse, bu su ile abdest alabilir mi?
Cevap:
Gasbedilen, çalınan su ile alınan abdest sahih ise de, haramdır.
***
Sual: (Vâsıta diriltir ve öldürür. O makamın öldürme ve diriltme gücü olması lâzımdır) sözünün manası nedir, nasıl anlamalıdır?
Cevap:
***
Sual: (Vâsıta diriltir ve öldürür. O makamın öldürme ve diriltme gücü olması lâzımdır) sözünün manası nedir, nasıl anlamalıdır?
Cevap:
İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cildi 292. mektubunda buyuruyor ki: (Vâsıta diriltir ve öldürür. O makamın öldürme ve diriltme gücü olması lâzımdır) demek, ruhu diriltmektir. Cismi, bedeni diriltmek değildir. Öldürmek de ruhu öldürmektir. Cismi değil. Ruhun dirilmesi ve ölmesi, Fenâ ve Bekâsıdır ki, (Vilâyet makamı)na ve kemâle ulaştırır. Olgun bir zât, Allahü teâlânın izni ile, bu iki şeyi yapabilir. Bu zâtın öldürmesi ve hayat vermesi lâzımdır. Hayat vermek ve öldürmek demek, Bekâ ve Fenâ makamına kavuşturmak demektir. Bedeni öldürmek ve ölüyü diriltmekle, bu makamın bir ilgisi yoktur. O, bir mıknatısa benzer. Mıknatısın tesir ettiği iğne, saman çöpü gibi şeyler, onun arkasında sürüklenir. Ondan mıknatıs enerjisi alırlar. Evliyanın harikalar ve kerametler göstermesi, insan toplamak için değildir. [Mıknatısın kuvvet çizgileri gibi] görünmeyen kuvvetlerle çekerler. Onları tanımayan ve sevmeyenler, onlardan istifade edemez, yükselemezler. Binlerle mucize, harika ve kerametler görseler, hiç fayda olmaz. Bu sözümüze inanmak için, Ebû Cehli ve Ebû Lehebi göz önüne getirmek yetişir. Allahü teâlâ, En’âm sûresinin yirmibeşinci âyetinde, kâfirleri bildirirken mealen, (Âyetlerin hepsini görseler de, onlara inanmazlar. Hatta, sana geldikleri zaman, seninle dövüşürler. Kâfirler bu söylediklerin, olsa olsa, eskilerden kalan hurafelerdir, uydurma şeylerdir, derler) buyurdu. (Mektûbât Tercemesi s. 464)
***
Sual: Zamanımızda çok kimse, dinini Kur’ândan öğren diye yazıyor ve anlatıyor. Gerçekten bir kimse, İslâmiyetin emir ve yasaklarını Kur’ân tefsirlerinden öğrenip bulması, hükümleri çıkarması mümkün müdür?
Cevap:
***
Sual: Zamanımızda çok kimse, dinini Kur’ândan öğren diye yazıyor ve anlatıyor. Gerçekten bir kimse, İslâmiyetin emir ve yasaklarını Kur’ân tefsirlerinden öğrenip bulması, hükümleri çıkarması mümkün müdür?
Cevap:
Konu ile alakalı olarak Hadîkada buyuruluyor ki:
“Ehl-i sünnet itikadını ve farzları, haramları öğrenmek farzdır. Bunları öğretmek ve kendine lazım olandan başka fıkıh bilgilerini öğrenmek ve Kur’ân-ı kerimin tefsirini, hadîs ilmini öğrenmek farz-ı kifayedir. Fıkıh bilgileri, Kur’ân-ı kerimden ve hadîs-i şeriflerden öğrenilmesi farz olan bilgilerdir. Fıkıh kitabı okuyan mukallitler, âyetten ve hadîsten hüküm çıkarmak ihtiyacından kurtulur. Farz-ı kifaye olanları bilen, yapan var iken, bunları öğrenmek müstehab olur. Bunları yapmak nafile ibadet olur. Yalnız, cenaze namazı böyle değildir. Velisi kılınca, başkalarının tekrar kılması caiz olmaz. Namaz kılacak kadar Kur’ân-ı kerim ezberleyen kimsenin, boş zamanlarında daha çok ezberlemesi, nafile namaz kılmasından daha çok sevap olur. İbadetlerinde ve günlük işlerinde lazım olan fıkıh bilgilerini öğrenmesi ise, bundan daha çok sevap olur. Lüzumundan fazla fıkıh bilgilerini öğrenmek de, nafile ibadetlerden daha sevaptır. Lüzumundan fazla fıkıh bilgisi öğrenirken, tasavvuf bilgilerini ve Allahü teâlâya arif olanların sözlerini ve hâl tercümelerini öğrenmesi de müstehab olur. Bunları okumak, kalpte ihlası arttırır. Fıkıh bilgilerini, derin âlimler, âyet-i kerimelerden ve hadîs-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bunlar, ancak fıkıh kitaplarından ve fıkıh âlimlerinden öğrenilir.”
Görülüyor ki, tefsir okumak farz-ı kifayedir. Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak, nafile ibadet olur. Farz-ı ayın olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak, caiz değildir. Zaten, bizim gibi mukallitlerin, tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkânsızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen yetmişiki fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana anladıkları için, sapıttılar. Âlimler sapıtınca, bizim gibi cahillerin tefsirden ne anlayabileceğini düşünmelidir! Doğru yazılmış tefsirleri okuyan cahiller, böyle felakete düşerse, dinde reformcuların tefsir adındaki kitaplarını okuyan acaba ne olur?
“Ehl-i sünnet itikadını ve farzları, haramları öğrenmek farzdır. Bunları öğretmek ve kendine lazım olandan başka fıkıh bilgilerini öğrenmek ve Kur’ân-ı kerimin tefsirini, hadîs ilmini öğrenmek farz-ı kifayedir. Fıkıh bilgileri, Kur’ân-ı kerimden ve hadîs-i şeriflerden öğrenilmesi farz olan bilgilerdir. Fıkıh kitabı okuyan mukallitler, âyetten ve hadîsten hüküm çıkarmak ihtiyacından kurtulur. Farz-ı kifaye olanları bilen, yapan var iken, bunları öğrenmek müstehab olur. Bunları yapmak nafile ibadet olur. Yalnız, cenaze namazı böyle değildir. Velisi kılınca, başkalarının tekrar kılması caiz olmaz. Namaz kılacak kadar Kur’ân-ı kerim ezberleyen kimsenin, boş zamanlarında daha çok ezberlemesi, nafile namaz kılmasından daha çok sevap olur. İbadetlerinde ve günlük işlerinde lazım olan fıkıh bilgilerini öğrenmesi ise, bundan daha çok sevap olur. Lüzumundan fazla fıkıh bilgilerini öğrenmek de, nafile ibadetlerden daha sevaptır. Lüzumundan fazla fıkıh bilgisi öğrenirken, tasavvuf bilgilerini ve Allahü teâlâya arif olanların sözlerini ve hâl tercümelerini öğrenmesi de müstehab olur. Bunları okumak, kalpte ihlası arttırır. Fıkıh bilgilerini, derin âlimler, âyet-i kerimelerden ve hadîs-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bunlar, ancak fıkıh kitaplarından ve fıkıh âlimlerinden öğrenilir.”
Görülüyor ki, tefsir okumak farz-ı kifayedir. Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak, nafile ibadet olur. Farz-ı ayın olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak, caiz değildir. Zaten, bizim gibi mukallitlerin, tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkânsızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen yetmişiki fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana anladıkları için, sapıttılar. Âlimler sapıtınca, bizim gibi cahillerin tefsirden ne anlayabileceğini düşünmelidir! Doğru yazılmış tefsirleri okuyan cahiller, böyle felakete düşerse, dinde reformcuların tefsir adındaki kitaplarını okuyan acaba ne olur?