Cevap:
İslâmiyetin aslında felsefe yoktur. Yetmişiki bid’at fırkası, felsefeyi İslâm dinine karıştırmış, İslâmiyeti yaralamışlardır. Bir taraftan, eski yunan felsefesini din bilgilerine karıştırmışlar, bir yandan da, kendi görüşlerine, düşünüşlerine göre din bilgilerini değiştirmişlerdir. Muhammed aleyhisselâmın Cennete gideceklerini müjdelediği (Ehl-i sünnet vel cemâ’at) fırkası ise, din bilgilerini, Eshâb-ı kiramdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” işittikleri gibi almışlar, yunan felsefesini ve kendi düşüncelerini bu bilgilere hiç karıştırmamışlardır. Bu bilgileri, başka dinlerin bilgilerinden ve felsefeden ve kendi akıllarından üstün tutmuşlardır. Çünkü İslâmiyet, akl-ı selîmin kabul edeceği bilgilerdir. İslâm bilgilerinden birinin bile, doğru olduğunda şüphe eden bir aklın, selîm olmadığı, sakîm, bozuk olduğu anlaşılır. İslâm dinini noksan sanıp, felsefe ile tamamlamağa kalkışan bir aklın noksan olduğu anlaşılır. Bir kâfir, akl-ı selîmi ile hareket ederse, ahlâkı ve işleri, Allahü teâlânın emirlerine uygun olur.
Allahü teâlânın ona iman ihsan edeceği, İsmâ’îl Hakkı Bursevînin (Rûh-ul-beyân) tefsîri altıncı cüz sonunda yazılıdır. Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, yunan felsefesine, ancak onları red etmek için, kendi kitaplarında yer vermişlerdir. Bid’at ve dalâlet fırkaları, yunan felsefesini din bilgilerine karıştırmak için, Ehl-i sünnet fırkası ise, onları din bilgilerinden ayırmak ve uzaklaştırmak için çalışmışlardır. O hâlde, İslâm dinini doğru olarak öğrenmek ve kelâm-ı ilâhîden murâd-ı ilâhîyi anlamak isteyenin, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuması lâzımdır.
Yûnüs sûresi 44. cü âyetinde mealen, (Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şeyle zulüm etmez. İnsanlar nefislerine zulüm ediyorlar) buyurulmuştur.
Ra’d sûresinin 12. âyetinde mealen, (Bir millet, kendini bozmadıkça, Allah onların hâllerini değiştirmez) buyurulmuştur.
Yûnüs sûresi 108.ci âyetinde mealen, (Doğru yola giren, kendisi için girmiş, sapıtan kendi zararına sapıtmıştır) buyurulmuştur. (Herkese Lâzım Olan Îmân s. 459)
***
Sual: Peygamberlerin üstünlüklerine, gösterdikleri mucizeler de birer delil midir?
Cevap:
Allahü teâlânın ona iman ihsan edeceği, İsmâ’îl Hakkı Bursevînin (Rûh-ul-beyân) tefsîri altıncı cüz sonunda yazılıdır. Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, yunan felsefesine, ancak onları red etmek için, kendi kitaplarında yer vermişlerdir. Bid’at ve dalâlet fırkaları, yunan felsefesini din bilgilerine karıştırmak için, Ehl-i sünnet fırkası ise, onları din bilgilerinden ayırmak ve uzaklaştırmak için çalışmışlardır. O hâlde, İslâm dinini doğru olarak öğrenmek ve kelâm-ı ilâhîden murâd-ı ilâhîyi anlamak isteyenin, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuması lâzımdır.
Yûnüs sûresi 44. cü âyetinde mealen, (Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şeyle zulüm etmez. İnsanlar nefislerine zulüm ediyorlar) buyurulmuştur.
Ra’d sûresinin 12. âyetinde mealen, (Bir millet, kendini bozmadıkça, Allah onların hâllerini değiştirmez) buyurulmuştur.
Yûnüs sûresi 108.ci âyetinde mealen, (Doğru yola giren, kendisi için girmiş, sapıtan kendi zararına sapıtmıştır) buyurulmuştur. (Herkese Lâzım Olan Îmân s. 459)
***
Sual: Peygamberlerin üstünlüklerine, gösterdikleri mucizeler de birer delil midir?
Cevap:
Hazret-i Musa ve hazret-i İsa’nın Peygamberlikleri mucizelerle belli olduğu gibi, Muhammed aleyhisselamın Peygamberliği de, öylece mucizelerle meydandadır. Musa aleyhisselam zamanında sihir, İsa aleyhisselam zamanında doktorluk, Muhammed aleyhisselam zamanında şiir, fesâhat, belâgat yani güzel ve tartılı konuşmak sanatları çok ilerlemişti. Allahü teâlâ; bu Peygamberlerine ümmetlerinin kıymet verdiği şeylerde mucizeler ihsan eyledi. Muhammed aleyhisselamın da, İsa aleyhisselam gibi, ölüyü dirilttiği ve Firavun ile adamlarının Musa aleyhisselama sihirbaz dedikleri gibi, Kureyş kafirlerinin de Muhammed aleyhisselama sihirbaz dedikleri kitaplarda açık ve uzun yazılıdır.
Muhammed aleyhisselam ümmi idi. Yani, mektebe gitmedi, okuyup yazmadı, hiçbir insandan ders almadı. Ümmi olduğu hâlde, tarih, fen, ahlak, siyaset ve sosyal bilgilerle dolu bir kitap ortaya koydu. Yalnız o kitaba uyarak dünyaya adalet yaymış olan hükümdarların yetişmesine sebep oldu. Kur'ân-ı kerim, Muhammed aleyhisselamın mucizelerinin en büyüğüdür. Hatta, bütün Peygamberlerin mucizelerinin en büyüğüdür. Bu en büyük mucize, yalnız Muhammed aleyhisselama verilmiştir.
Dinde reformcular, Muhammed aleyhisselamın daha çocuk iken, Şam yolculuğunda bir rahiple birkaç dakika konuştuğu zaman, bütün bu bilgileri, o rahipten öğrendiğini söylerken, utanmaları, sıkılmaları lazım gelir. Bu kadar çürük, bu kadar gülünç bir iftira olamaz. Kâbe duvarında yıllarca asılı duran ve sahiplerini birer dâhi, birer kahraman derecesine yükselten ve binlerce şiir arasından seçilmiş bulunan fesâhat ve belâgat şaheseri yazıların birer paçavra gibi sökülüp indirilmesine ve yazarlarının başlarının eğilmesine sebep olan âyet-i kerimeler, o rahiple birkaç dakikalık konuşmanın neticesi olabilir mi?
Bugün Kur'ân-ı kerimin belâgatini yeniden anlamaya kalkışmaya, hiç lüzum yoktur. O ilâhî kitap, Arapçanın en yüksek zamanında, en salahiyetli mütehassıslara, üstünlüğünü imzalatmıştır. Arap edebiyatının mütehassısları olanlardan, Muhammed aleyhisselamın zamanında yetişenler arasında, Kur'ân-ı kerimin belâgatindeki ilâhî üstünlüğü görüp de inanmayan yok gibidir.
Muhammed aleyhisselam ümmi idi. Yani, mektebe gitmedi, okuyup yazmadı, hiçbir insandan ders almadı. Ümmi olduğu hâlde, tarih, fen, ahlak, siyaset ve sosyal bilgilerle dolu bir kitap ortaya koydu. Yalnız o kitaba uyarak dünyaya adalet yaymış olan hükümdarların yetişmesine sebep oldu. Kur'ân-ı kerim, Muhammed aleyhisselamın mucizelerinin en büyüğüdür. Hatta, bütün Peygamberlerin mucizelerinin en büyüğüdür. Bu en büyük mucize, yalnız Muhammed aleyhisselama verilmiştir.
Dinde reformcular, Muhammed aleyhisselamın daha çocuk iken, Şam yolculuğunda bir rahiple birkaç dakika konuştuğu zaman, bütün bu bilgileri, o rahipten öğrendiğini söylerken, utanmaları, sıkılmaları lazım gelir. Bu kadar çürük, bu kadar gülünç bir iftira olamaz. Kâbe duvarında yıllarca asılı duran ve sahiplerini birer dâhi, birer kahraman derecesine yükselten ve binlerce şiir arasından seçilmiş bulunan fesâhat ve belâgat şaheseri yazıların birer paçavra gibi sökülüp indirilmesine ve yazarlarının başlarının eğilmesine sebep olan âyet-i kerimeler, o rahiple birkaç dakikalık konuşmanın neticesi olabilir mi?
Bugün Kur'ân-ı kerimin belâgatini yeniden anlamaya kalkışmaya, hiç lüzum yoktur. O ilâhî kitap, Arapçanın en yüksek zamanında, en salahiyetli mütehassıslara, üstünlüğünü imzalatmıştır. Arap edebiyatının mütehassısları olanlardan, Muhammed aleyhisselamın zamanında yetişenler arasında, Kur'ân-ı kerimin belâgatindeki ilâhî üstünlüğü görüp de inanmayan yok gibidir.