Sual: İmanın doğru olması için Allahü teâlâya inanmak nasıl olmalıdır? Allahü teâlânın sıfatları da kendi gibi kadîm midir? İlim sıfatını ve eşyalara bağlılığını nasıl anlamak gerekir?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cild 266. mektupta buyuruyor ki: Her Müslümanın, önce itikadını düzeltmesi, yani Ehl-i sünnet vel-cemâ’at âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bildirdikleri gibi, inanması lâzımdır. Cehennemin ebedî azabından kurtulan, yalnız bunlar ve bunların izinde gidenlerdir.
İmanın şartı altıdır: Birincisi, Allahü teâlâya inanmaktır. Allahü teâlâ, kendi Zâtı ile vardır. Ondan başka her şey, Onun var etmesi ile, var olmuştur. Kendisi ve sıfatları ve işleri yegânedir, birdir. [Yani, hiçbir şey, hiçbir bakımdan, Allahü teâlâya benzemez.] Varlıkta, şeriki, ortağı olmadığı gibi, hiçbir bakımdan benzeri yoktur. Benzerlik yalnız isimde ve kelimelerdedir. Onun sıfatları da, işleri de, kendi gibi, akıl ile anlaşılmaz ve anlatılamaz ve insanların sıfatlarına, işlerine, hiç benzemez ve uymaz. [Onun sekiz sıfatı vardır. Bunlara, (Sıfât-ı sübûtiyye) denir.] Bunlardan biri, ilim sıfatıdır, yani Allahü teâlâ bilicidir. Bu sıfatı da, kendi gibi kadîmdir. Yani sonradan olma değildir. Hep vardı ve basit, [yani bir hâldedir. Hiç değişmez, bölünmez ve çoğalmaz].
Bildiği şeyler değişmekte, her değişmeyi bilmektedir. Fakat, ilminde ve ilminin bu şeylere bağlanmasında, bir değişiklik olmaz. [Geçmişteki sonsuzdan gelecekteki sonsuza kadar, yani ezelden ebede kadar her şeyi, her değişmeği, yalnız bir biliş ile bilmektedir. Yani, bu sonsuz zamanlarda olan her şeyi], birbirine benzeyen ve benzemeyen hâlleri ile, hem büyüklerini, hem de ufak zerrelerini, her birini kendi zamanında olarak bir anda bilmektedir. Meselâ, bir kimsenin hem varlığını, hem yokluğunu, hem doğmadan evvelki hâllerini, çocukluğunu, gençliğini, ihtiyarlığını, diri olmasını ve ölü olmasını, ayakta, oturmakta, dayanmakta, yatmakta, gülmekte, ağlamakta, neşe ve lezzette, dert ve kederde, izzet ve kıymette, zillet ve aşağılıkta, mezarda, kıyamette ve mahşer yerinde ve meselâ Cennette nimetler içinde olduğunu, hep bir anda ve bir hâlde bilmektedir. Ne ilminde, ne de ilminin bu şeylere bağlanmasında bir değişiklik olmaz.
Değişiklik olsa, zamanın da, değişmesi olur. Hâlbuki orada, ezelden ebede kadar, parçalanamayan bir an vardır. Daha doğrusu, Allahü teâlâ, zamanlı değildir. Öncelik ve sonralık yoktur. İlmi her şeye yetişir dersek, her şeyi bir bilmekle ve ilmin bunlara bir bağlanması ile biliyor. Bu bir bilgi ve bir bağlantı da, aklın eremeyeceği bir bağlanmaktır. Bunu akla anlatabilmek için, şu misali uygun buluyorum: İnsan, bir kelimenin çeşitli hâllerini, birbirine benzemeyen şekillerini bir anda düşünebilir. Bir kelimeyi, bir an içinde, hem isim, hem fiil, hem harflerin kümesi, hem mâdî, hem müstakbel, hem emir, hem men, hem edatlı, hem edatsız, hem müspet, hem menfi bilebilir. Çeşitli şekilleri bir anda, kelimede ayrı ayrı görüyorum diyebilir. Bir insanın, ilminde ve hatta görmesinde, ters ve çeşitli hâlleri bir araya toplaması, mümkün olunca, Allahü teâlânın ilminde neden mümkün olmasın? Hem de Onun ilminde iki zıddın, bir arada bulunması görünüştedir. Yoksa, orada zıtlık yoktur. Meselâ, bir kimseyi, bir ânda, hem var, hem yok bilir. Fakat, yine o anda onun varlığını, meselâ hicretten bin sene sonra ve birinci yokluğunu, bu varlıktan evvel, ikinci yokluğunu da mesela, varlığından yüz sene sonra olarak bilmiştir.
O hâlde, arada zıtlık yoktur. Zira, varlığın ve yokluğun zamanları başkadır. İşte Allahü teâlâ, ayrı ayrı, başka başka, zerreleri bir anda biliyorsa da, ilminde değişmek olmuyor. Felsefecilerin zan ettiği gibi, ilim sıfatında sonradan bir şey hâsıl olmuyor. Çünkü bir şeyin bilgisi, evvelki şeyin bilgisinden sonra hâsıl olmuyor ki, ilimde değişiklik olsun. Her şeyi bir anda bildiğinden, ilminde değişiklik ve yenilik hâsıl olmaz. O hâlde, ilimde değişiklik olmadığını anlatmak için, ilim, eşyaya, çeşitli bağlantılarla bağlanmıştır demek ve bunların değiştiğini söylemek lüzumsuzdur. Nitekim felsefecileri susturmak için, bazı büyüklerimiz böyle söylemiştir. Bu bağlantıların, eşyaya bağlanmasında değişiklik olur denirse yerinde olur. (Mektûbât Tercemesi s. 352)