Cevap:
Bir kimse, vaktin içinde olduğunu bilerek, “vaktin farzı” diyerek, başladığı namazı kılarken, vakit çıksa ve çıktığını bilmese, namazı sahih olmaz. “Bu günün farzı” deseydi, sahih olup, kaza olurdu. Vakti girmeden kılınan farz, nafile olur. Vakti çıktıktan sonra kılınmış ise, kaza olur. Yani “Bu günün öğle namazını eda etmeye” diye niyet eden kimse, vakit çıkmış ise, öğleyi kaza etmiş olur. Bunun gibi, öğle vakti çıktı sanarak, “Bugünkü öğleyi kaza etmeye” niyeti ile kılınca, vakit çıkmadığı anlaşılınca, öğleyi eda etmiş olur. Her ikisinde de aynı namaza niyet etmiş, yalnız vaktin çıkmasında yanılmıştır. Fakat, geçmiş öğle namazını kazaya niyet ederek kıldığı namaz, o günün öğle namazının yerine geçmez. Çünkü bugünün namazına diye niyet etmemiştir. Böylece, eda niyeti ile kılınan öğle namazı geçmişte kılınmamış bir öğle namazının yerine geçmez.
***
Sual: Bir kimse, cemaatle namaz kılarken, imamın Ahmet olduğunu zannederek uydum Ahmet’e dese, sonra da imamın başkası olduğu anlaşılsa, bu kimsenin namazı kabul olur mu?
Cevap:
Bir kimse, farz namaz için hazır olan imama uymaya diye niyet etse ve bunun Ahmet olduğunu sansa, halbuki imam başkası ise, bu kimsenin namazı kabul olur. Fakat, hazır olan imama diye değil de Ahmet’e uymaya diye niyet etse, imam da başka birisi ise, bununla kıldığı namaz kabul olmaz.
***
Sual: Zekâtı verirken, fakire hediye diye verilse, yine zekât verilmiş olur mu?
Cevap:
Zekâtın farzı birdir. Bu da, niyet etmektir. Niyet kalp ile olur. Malın zekâtını ayırırken veya Müslüman fakire verirken “Allah rızası için, zekât vereceğim” diye niyet edip de fakire veya zekâtını fakirlere vermek için vekil ettiği kimseye verirken borç veya hediye veriyorum dese de, caiz olur, söze bakılmaz.
***
Sual: Namazlardaki her rekat, ne zaman başlar ve ne zaman biter?
Cevap:
Birinci rekat, namaza durunca, diğer rekatler ayağa kalkınca başlar ve tekrar ayağa kalkıncaya kadar devam eder. Son rekat ise, selam verinceye kadar devam eder. İki rekatten az namaz olmaz. Akşamın farzı ile vitirden başka, her namaz, çift rekatlidir. İkinci secdeden sonra, çift rekatlerde oturulur.
***
Sual: (Dâr-ül-harb)de, bankaya para yatıran bir mümin, bu paranın fâizini alabilir mi ve bankada çalışarak maaş alması caiz midir?
Cevap:
Kâdî zâde, (Feth-ul-kadîr) tekmilesinde (Dâr-ül-harbde, Müslüman ile kâfir arasında fâiz yoktur) hadîs-i şerifini açıklarken diyor ki: (Hicretten önce Kureyş müşrikleri, ehl-i kitap olan rumların acem kâfirlerine yenilmelerine sevinmişlerdi. Rum sûresi nazil olup, acemlerin az zaman sonra yenilecekleri bildirilince, Ebû Bekr-i Sıddîk, Kureyş kâfirleri ile sözleşme yaptı. Acemler yenildi. Ebû Bekr-i Sıddîk da sözleşilen develeri Kureyş kâfirlerinden aldı. Bu sözleşme kumar idi. Mekke şehri de, müşrik memleketi idi. Resûlullah, bu kumar sözleşmesine ve şart edilen develerin kâfirlerden alınmasına izin verdi).
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Dâr-ül-harbde yani Avrupa’da, Amerika’da, kâfirlerin kurduğu ve yalnız kâfirlerden fâiz alan bir bankaya para yatıran bir müminin, bu paranın fâizini bankadan alarak ihtiyaçlarına harç etmesi helaldir. Bankaya para yatıran bir kimse, banka ile ortaklaşa, parasını fâiz ile işletmeğe vermiş oluyor. Bu bankadan ödünç para alıp fâiz verenlerin hepsi Müslüman veya zimmî ise, bankaya yatırılan paranın fâizini almak haram olur. Bankadan para alıp fâiz verenler, Müslüman ve harbî kâfir karışık ise, o bankadan alınan fâiz ve hizmet karşılığı alınan maaş mekruh olur.
Müslüman veya zimmî müşterisi çok ise, harama yakın, harbî kâfir müşterisi çok ise, helale yakın mekruh olur. Meşîhat-i islâmiyyenin İstanbul’da çıkardığı (Cerîde-i ilmiyye) kitabının 29 Şubat 1336 ve 9 Cemâzil-uhrâ 1338 târîh ve ellibeşinci sayısının binyediyüzkırkdördüncü sahifesinde yazılı fetvada da, (Dâr-ül-harbde kâfir bankasına para yatırıp, bankadan fâiz almak, şer’an helal olur) buyurulmuştur. Bankada çalışarak maaş almak da, böyledir. (Tam İlmihal s. 858)