Cevap:
Ramazanın ve bayramın, semada hilali görmekle değil de, takvime göre başlatıldığı yerlerde, oruca ve bayrama hakiki zamanlarından bir gün önce veya bir gün sonra başlanılmış olabilir. Oruç tutulan birinci ve sonuncu günleri hakiki Ramazana rastlamış olsalar bile, Ramazan olup olmadıkları şüpheli olur.
İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, Ramazan bahsinde diyor ki, (Ramazan olup olmadığı şüpheli olan günlerde, Ramazan orucu tutmak, tahrimen mekruhtur. Müslüman memleketinde olup da, ibadetleri bilmemek özür olmaz). Bunun için, Ramazanın takvimlere veya mezhepsiz memleketlere uyarak başlatıldığı yerlerde, bayramdan sonra, iki gün kaza orucu tutmak lâzımdır. [Kâfirler ve İslam düşmanları, bir taraftan, İslam memleketlerini kana boyuyor. Camileri, İslam eserlerini yıkıyor, yok ediyorlar.
Diğer taraftan da, İslam memleketlerindeki imanı ve ahlâkı bozuk olan cahilleri bulup, bunlar vâsıtası ile, İslam ilimlerini yok ediyorlar. Bozuk düşüncelerini, yalanlarını, İslamiyet bilgileri diyerek yazıyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına saldırıyorlar. İslamiyete karşı bu hücumları, hep İngilizler planlamaktadır. Meselâ (Ramazandan sonra, iki gün kaza orucu tutmak da nerden çıktı?
Hiçbir kitapta böyle bir şey yoktur diyorlar). Kitaplarda yazılı değildir sözü yanlıştır. Çünkü, her asırda, her yerde, Ramazan ayı, hilali görmekle başlardı. İki gün kaza orucuna lüzum yoktu.
Şimdi, Ramazan ayı, hilalin doğma zamanını hesap etmekle başlatılıyor. Ramazanın başlaması, ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olmuyor. Bu hatayı düzeltmek için, bayramdan sonra iki gün kaza orucu lâzım olduğu, Tahtâvînin (Merâkıl-felâh) haşiyesinde yazılıdır.] (Mecmû’a-i Zühdiyye)de diyor ki, (Şevval [bayram] hilalini gören bir kimse, iftar edemez. Çünkü, bulutlu havada, Şevvâl hilalini, iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının gördüm demeleri lâzımdır. Açık havada, Ramazan ve Şevval hilallerini çok kimsenin gördüm demeleri lâzımdır). (Kâdîhân)da diyor ki, (Hilal, şafaktan sonra batarsa, ikinci gecenin, şafaktan evvel batarsa, birinci gecenin hilalidir). (Tam İlmihâl s. 315)