Cevap:
İslâmiyete uymanın, ibadet etmenin, dünya menfaatleri üzerine kurulmayacağı, akıl sahipleri için pek meydanda olan bir hakikattir. Şûrâ sûresinin 20. âyet-i kerimesinde mealen;
(Ahireti kazanmak için çalışanların kazançlarını arttırırız. Dünya menfaati için çalışanlara da, ondan veririz. Fakat, ahirette bunların eline bir şey geçmeyecektir) ve İsrâ sûresinin 18., 19. âyet-i kerimelerinde de mealen;
(Menfaatleri ve lezzetleri çabuk geçen, tükenen dünyayı isteyenlerden, dilediğimize, istediğimizi veririz. Ahiret menfaatleri için çalışan müminlerin mükâfatları boldur) buyuruluyor. Hadîs-i şeriflerde de;
(Allahü teâlâdan başkası için her kim ne işledi ise, karşılığını ondan istesin, denilecektir) ve (Allahü teâlâ, ahiret için yapılan iyiliklere dünyada da mükafat verir. Fakat, yalnız dünya için yapılan işlere ahirette hiç mükafat vermez) buyuruldu.
İslâmiyetin hükümlerinin ahiretteki faydalarıyla birlikte dünyadaki faydalarını, sosyal iyiliklerini de düşünmek yasak değildir. Hatta, bu faydaları, zamanın yeni bilgileri ile açıklayarak anlatmak, din adamlarının vazifesidir. İslâmiyetin hükümleri üzerine yürütülecek sosyal düşünceler, Müslümanlardan ziyade, din düşmanlarına karşı bir müdafaa silahı ve yarış vasıtası olarak hazırlanması lazımdır. İslâmiyetin hükümlerinin, dünyada olan faydalarını ve iyiliklerini Müslümanların da bilmesi elbette faydalıdır. Ancak, Müslümanların yalnız bilmekte kalması lazım olup, ibadetleri dünya faydaları üzerine bina etmek derecesine gelmemelidir. Böyle olursa, ibadetler bozulur. İslâmiyetin istediği vazifelerde dünya için ne kadar fayda bulunursa bulunsun, bunları yalnız Allahü teâlânın emri olduğu için ve ahirette, azaptan kurtulmak için yapmak lazımdır. Böyle niyet olunca, dünya faydalarının ayrıca düşünülmesi, yapılan ibadete zarar vermez.
İbadetlerde ahiret faydalarını bırakarak, yalnız sosyal iyilikler aramak ve bu araştırmayı esas tutmak, dine inanmamak hastalığının alametlerindendir. Dinin hükümlerinin dünyadaki faydaları, iyilikleri pek mühim ve meydanda olmakla beraber, Cennet ve Cehenneme inananlar, dünya menfaatlerini hatırlarına bile getirmezler.
***
Sual: Ananeye, modaya uymak faydalı mıdır, yoksa nefisimizin tuzaklarından biri midir? İnsanların Müslüman olmalarına neler engel olmaktadır?
Cevap:
Aklı olan kimse, Peygamberi “aleyhissalevâtü vetteslîmât” inkâr etmez. Hemen iman eder. Aklına uymayıp, nefsine, şehvetlerine uyar, başkasına aldanır ise, inkâr eder. Muhammed aleyhisselâmın amcası olan Ebû Tâlib, Onu, kendi öz çocuklarından daha çok sevdiğini, her vesile ile izhar etmiş ve Onu medh için kasideler yazmıştır. Muhammed aleyhisselâmın, onun ölüm döşeği yanına gelip, iman etmesi için, çok yalvardığı hâlde, ananesinden ayrılmamak için, iman etmekten mahrum kaldığı, tarihlerde uzun yazılıdır. Ananeye, modaya uymak hastalığı, nefislerimizin tuzaklarından biridir. Çok kimse, kendi nefislerinin bu tuzaklarına düşerek, büyük saadetlerden, kazançlardan mahrum kalmışlardır. Bunun içindir ki, bir hadîs-i kutside, Allahü teâlâ, (Nefislerinizi, kendinize düşman biliniz! Çünkü, nefisleriniz, bana düşmandırlar!) buyurdu. Hristiyan doğmuş, Hristiyan terbiyesi almış daha doğrusu, beyni yıkanarak aşırı aldatılmış bir kimse, kolay kolay bu tesirden kurtulamaz. Sonra, arkadaşlarının kendisini, eğer dinini değiştirecek olursa, hor görmesi, ailesinin kendisinden uzaklaşması bahis konusu olabilir. Fakat, bütün bunlar, birer sebep olmakla beraber, en büyük noksanlardan birinin de, son zamanlarda Müslümanların kendi temiz, mantıkî dinlerini bilmemeleridir. Bazı din cahillerinin ve yetmişiki bid’at fırkasından birine kaymış olan sapıkların, İslâmiyet hakkında yanlış verdiği bilgiler, bozuk tefsirler ve fen yobazlarının, fen perdesi altındaki, inkârcı yazıları ve iftiraları, Müslüman olmayanlar üzerinde çok fena tesir yapmakta, onları bu tertemiz, berrak, mantıkî ve insani hak dinden soğutmaktadır. Hakiki Müslümanlar arasına karışmış olan yetmişiki bid’at ehlini bir yana bırakırsak, bundan bir asır evvel, İslâmiyet ile Hristiyanlığı tam tarafsız ve ilmî vesikalara bağlı bir tarzda karşılaştırmış olan Harputlu İshak efendi gibi Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” çok zuhur etmiştir. Ne yazık ki, bunların eserleri, yabancı dillere çevrilmemiş, başka din mensupları, onların kitaplarını okuyamamıştır. Harputlu İshak Efendinin yazmış olduğu (Diyâ-ul kulûb) kitabının Türkçe ve İngilizce tercümesi, Hakîkat Kitâbevi tarafından bastırılmıştır. Bugünkü İncillerin tahrif edildiğini ve Hristiyanlığın neshedildiğini ispat etmektedir. (Herkese Lâzım Olan Îmân s. 465)