Cevap:
Kaza ve kadere inanmak, imanın şartlarındandır. Kaza ve kader, zeki insanların en çok takıldığı bir bilgidir. Bu takıntılar, kaza ve kaderi iyi anlamamaktan ileri gelmektedir. Kaderin ne demek olduğu iyi anlaşılsa, hiç kimsenin şüphesi kalmaz ve imanları da kuvvetli olur.
Âlemlerin yaratanı, yarattığı ve yaratacağı şeylerin hepsini, ezelden ebede, zerreden Arş'a kadar hepsini, maddeleri, manaları, bir anda ve bir arada bilir. Her şeyi yaratmadan önce biliyordu. Her şeyin iki türlü varlığı olur. Biri ilimde varlık, ikincisi, hariçte, maddeli varlıktır. İmam-ı Gazâlî hazretleri bunu bir misal ile, şöyle anlatmıştır:
“Bir mühendis mimar, yapacağı bir binanın şeklini, her yerini, önce zihninde tasarlar. Sonra zihnindeki bu resmi, kâğıda çizer. Sonra bu planı, mimara ve ustalara verir. Bunlar da, bu plana göre, binayı yapar. Kâğıttaki plan, binanın, ilimdeki varlığı demektir ve zihinde tasavvur edilerek çizilen şeklidir. Buna, ilmi, zihni, hayali vücut isimleri verilir. Kereste, taş, tuğla ve harçtan yapılan bina da, hariçteki varlıktır. Mühendis mimarın zihninde tasavvur ettiği şekil, yani bu şekle olan bilgisi, binaya olan kaderidir.”
Kaza ve kader bilgisi karışık olduğundan, okuyanlarda, birtakım yanlış fikirler, evham ve hayaller hasıl olabilir. Bunun için, din büyükleri, kaza ve kaderi çeşitli şekilde anlatmışlardır. Böylece okuyan ve dinleyenler, sözlerin gelişine ve şekline göre, tariflerin birinden faydalanabilir ve şüpheye düşmekten kurtulurlar.
Kader, ileride yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde bilmesidir. Allahü teâlâ, her şeyi, kudreti ve ilmi ile yaratıyor. İşte kader, bu ilimdir. Kader, hiçbir şey yaratılmadan önce, Allahü teâlânın ilim sıfatının mahluklara olan bağlılığıdır. Kader bir ilm-i mütekaddimdir, cebr-i mütehakkim değildir. Allahü teâlânın sonsuz öncelerden bilmesidir, kullarına zorla yaptırması değildir.
Ehl-i sünnet vel-cemâat, kadere iman etmiş, kadere inanmak imanın şartıdır demiştir. Kadere inanmayan, mümin değildir dediler. Kaderin, iyisi, kötüsü, tatlısı, acısı, hep Allahü teâlâdandır. Çünkü kader, bildiği şeyleri yaratmak demektir.
***
Sual: Kıble istikameti nasıl bulunur?
Cevap:
İstanbul’un kıble istikameti iki yol ile bulunur: 1- Kıble açısı ile. 2- Kıble saati ile.
İstanbul’dan geçen tûl dairesinin istikâmetinden, yani cenup cihetinden Kıble açısı kadar şarkına dönülürse, Kıbleye dönülmüş olur. Pusula (kıble nümâ) ile, cenup cihetini bulup, bundan otuzbir derece şarka dönülürse, İstanbul’da kıbleye dönülmüş olur. Fakat pusulanın ibresi manyetik kutupları göstermektedir. Bunlar ise erd küresinin ekseninin kutupları değildir. Manyetik kutupların yeri de zamanla değişmektedir. Altıyüz sene kadar bir zamanda, hakiki kutuplar etrafında bir devir yapmaktadır. Bir şehirde pusula doğrultusu ile hakiki kutup doğrultusu arasındaki zaviyeye (Sapma açısı) denir. Her yerin sapma açısı başkadır. Şimalden şarka (+) veya garba (–) doğru pusula ibresinin 30° saptığı meskûn mahaller vardır. Bir yerin sapma açısı da, her sene değişmektedir. O hâlde, bir yerde cihet, pusula ile bulunursa, kıble açısına, sapma açısını eklemek veya çıkarmak lâzımdır. İstanbul’un sapma açısı takriben + 3° dir. Bunun için, İstanbul’da pusula ile anlaşılan cenup cihetinden: 28° + 3° = 31° şarka dönünce, kıbleye dönülmüş olur.
Güneş senede iki kerre tam Kâ’benin üstüne gelir. Bu günlerde, bütün dünyâda bu ânda (kıble sâati vaktinde), güneşe dönen kıbleye dönmüş olur. Cenup ciheti, kutup yıldızı ile veya saat ile yahut yere çizilen (Nısf-ün-nehâr) hattı ile bulunursa, kıble açısına sapma açısını eklemek lâzım olmaz. İstanbul’da cenuptan 29 derece şarka dönülerek, kıble ciheti bulunur. Bunun için saatimizi masa üzerine koyup, altı sayısı cenuba çevrilir. Yelkovan beş üzerine getirilince, kıbleyi gösterir. (Tam İlmihal s. 170)