Cevap:
Abdest almakta, necaset temizlemekte, niyet etmekte ve namaz kılmakta (Vesvese) etmemelidir. Vesvese, zararlı olan şüphe, kuruntu demektir. (Hadîka) ve (Berîka) kitaplarının sonunda, vesvesenin zararları uzun yazılıdır. Hulâsaları şudur: Hadîs-i şerifte, (Vesvese şeytandandır. Abdest alırken, gusül ederken ve necaset temizlerken, şeytanın vesvesesinden sakınınız!) buyuruldu. Vesvese etmek günahtır. Vesvese eden imamın arkasında namaz kılmak mekruhtur. Onu imamlıktan ayırmak vacibtir. Vesvese, suyu israf etmeğe sebep olur. İsraf ise haramdır. Vesvese, namazı geciktirmeğe, cemaati, hatta namaz vaktini kaçırmağa sebep olur. Vakti, ömrü zayi etmeğe sebep olur. Hususi önlük, ibrik, seccade kullanmak gibi, bid’at işlemeğe sebep olur. Başkalarının elbisesinin, yemeğinin necis olmasından şüphe eder ki, Müslümanlara sû-i zan haramdır. Kendini ihtiyatlı zan ederek, kibirli olur. Bir şeye sebep olanı yapmak da, o şeyi yapmak gibidir.
Abdestin, taharetin ve namazın şartlarını, sünnetlerini, mekruhlarını bilmeyen, vesvese hastalığına yakalanır. Bunları bilip, yerine getirince, şüpheye düşmemeli, iyi ve tamam yaptığına inanmalıdır.
Böyle inanmak, ihtiyat olur. Şüpheye düşmek vesvese olur. Vesvese sahibi, ruhsat ile amel etmelidir. Sokaklar, topraklar temizdir. Üzerinde necaset görülmeyen her şey temizdir. Şüphe etmekle necis olmaz. Çok zan edilirse, kullanmak sahih, câiz ise de, tenzihen mekruh olur. Kâfirin, fâsıkın kullanmış olduğu donu, tabakları ve pis sokak böyledir. Ehl-i kitabın kestiklerini, incelemeden yemek helaldir. Kalbi, kötü ahlaktan temizlemekte, kul haklarını gözetmekte ve haramlardan sakınmakta, çok dikkat etmek, vesvese olmaz. Vera’ ve takva olur. (İslâm Ahlâkı s. 403)
***
Sual: Emanet ne anlama gelir, çeşitleri var mıdır ve emanet olarak bırakılan malı kullanmanın mahzuru olur mu?
Cevap:
Abdestin, taharetin ve namazın şartlarını, sünnetlerini, mekruhlarını bilmeyen, vesvese hastalığına yakalanır. Bunları bilip, yerine getirince, şüpheye düşmemeli, iyi ve tamam yaptığına inanmalıdır.
Böyle inanmak, ihtiyat olur. Şüpheye düşmek vesvese olur. Vesvese sahibi, ruhsat ile amel etmelidir. Sokaklar, topraklar temizdir. Üzerinde necaset görülmeyen her şey temizdir. Şüphe etmekle necis olmaz. Çok zan edilirse, kullanmak sahih, câiz ise de, tenzihen mekruh olur. Kâfirin, fâsıkın kullanmış olduğu donu, tabakları ve pis sokak böyledir. Ehl-i kitabın kestiklerini, incelemeden yemek helaldir. Kalbi, kötü ahlaktan temizlemekte, kul haklarını gözetmekte ve haramlardan sakınmakta, çok dikkat etmek, vesvese olmaz. Vera’ ve takva olur. (İslâm Ahlâkı s. 403)
***
Sual: Emanet ne anlama gelir, çeşitleri var mıdır ve emanet olarak bırakılan malı kullanmanın mahzuru olur mu?
Cevap:
Mecellenin 762. maddesinde; güvenilen kimseye bırakılan mala Emanet denir deniyor. Emanet de üçe ayrılır:
1- Vedî'adır ki, güvenilen kimseye saklamak için verilen maldır. Söz veya hâl ile yapılan icab ve kabul ile hasıl olur. Veren ve alan, diledikleri zaman vazgeçebilir, fesih edebilir. Baliğ olmaları lazım değildir. Parasız Vedî'a zayi olursa, kaybolursa ödemez. Ödemesi şart edilirse, sözleşme batıl olur. Ücretli olan Vedî'a helak olunca, ödenir. Mümkün ve faydalı şartla Vedî'a sözleşmesi caizdir. Vedî'a olan malı kendi malı gibi saklar. Vedî'a olan hayvanın nafakası, sahibine aittir. Vedî'a, sahibinden izinsiz kullanılamaz ve vedî'a, ariyet, kira, rehin ve ödünç verilemez ve sahibinin borcunu, onun izni olmadan ödeyemez. Bunları izin ile yapabilir. Sahibi isteyince aynen geri vermesi lazımdır. Ödemezse gasbetmiş olur. Vedî'a olan paranın da kendisini verir, başkasını veremez.
2- Kira veya ariyet olarak verilen emanettir. İcab ve kabul ile hasıl olurlar. Baliğ olmaları şart değildir. Ariyet, bedelsiz kullanmak demektir. Ariyet hayvanın nafakası, kullanana aittir. Zaman, mekân ve istifade şekli sınırlı olarak ariyet vermek caizdir. Şartsız ariyet verilen eve, dükkâna, tarlaya dilediğini koyabilir. Ariyet alan, bunu vedî'a verebilir. Kiraya ve rehin olarak veremez. Sahibi isteyince veya sözleşmedeki müddeti bitince, geri vermesi lazım olur.
3- Sözleşme olmadan ele geçer. Mesela, rüzgârın getirdiği mal emanet olur.
***
Sual: Bir kimse, kendisi ve ailesi muhtaç oldukları hâlde, sadaka verebilir mi?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde, zekât verilecek yerlerin sonunda buyuruluyor ki:
“Kendisine ve bakması vacib olanlara lazım olandan fazla malı bulunan kimsenin sadaka vermesi müstehabdır. Bakması vacib olan kimsesi muhtaç iken, bunun sadaka vermesi günahtır. Sıkıntıya sabredemeyecek kimsenin, kendi muhtaç olduğu malı, parayı sadaka vermesi caiz değildir, tahrimen mekruhtur. Sadaka veren kimsenin, sadaka sevabını, Resûlullah efendimize, kadın, erkek bütün müminlere göndermeye niyet etmesi iyi olur. Çünkü, kendi sevabı azalmaz ve hepsine de ayrı ayrı, hep o kadar sevap verilir.”
***
Sual: Allahü teâlânın varlığı, sıfatları, razı olduğu ve beğendiği şeyler, akıl ile anlaşılamaz mı? Peygamberlerin "aleyhimüssalevâtü vetteslimât" ve kitapların gönderilmesine sebep Allahü teâlâyı tanımak ve bilmek midir?
Cevap:
1- Vedî'adır ki, güvenilen kimseye saklamak için verilen maldır. Söz veya hâl ile yapılan icab ve kabul ile hasıl olur. Veren ve alan, diledikleri zaman vazgeçebilir, fesih edebilir. Baliğ olmaları lazım değildir. Parasız Vedî'a zayi olursa, kaybolursa ödemez. Ödemesi şart edilirse, sözleşme batıl olur. Ücretli olan Vedî'a helak olunca, ödenir. Mümkün ve faydalı şartla Vedî'a sözleşmesi caizdir. Vedî'a olan malı kendi malı gibi saklar. Vedî'a olan hayvanın nafakası, sahibine aittir. Vedî'a, sahibinden izinsiz kullanılamaz ve vedî'a, ariyet, kira, rehin ve ödünç verilemez ve sahibinin borcunu, onun izni olmadan ödeyemez. Bunları izin ile yapabilir. Sahibi isteyince aynen geri vermesi lazımdır. Ödemezse gasbetmiş olur. Vedî'a olan paranın da kendisini verir, başkasını veremez.
2- Kira veya ariyet olarak verilen emanettir. İcab ve kabul ile hasıl olurlar. Baliğ olmaları şart değildir. Ariyet, bedelsiz kullanmak demektir. Ariyet hayvanın nafakası, kullanana aittir. Zaman, mekân ve istifade şekli sınırlı olarak ariyet vermek caizdir. Şartsız ariyet verilen eve, dükkâna, tarlaya dilediğini koyabilir. Ariyet alan, bunu vedî'a verebilir. Kiraya ve rehin olarak veremez. Sahibi isteyince veya sözleşmedeki müddeti bitince, geri vermesi lazım olur.
3- Sözleşme olmadan ele geçer. Mesela, rüzgârın getirdiği mal emanet olur.
***
Sual: Bir kimse, kendisi ve ailesi muhtaç oldukları hâlde, sadaka verebilir mi?
Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde, zekât verilecek yerlerin sonunda buyuruluyor ki:
“Kendisine ve bakması vacib olanlara lazım olandan fazla malı bulunan kimsenin sadaka vermesi müstehabdır. Bakması vacib olan kimsesi muhtaç iken, bunun sadaka vermesi günahtır. Sıkıntıya sabredemeyecek kimsenin, kendi muhtaç olduğu malı, parayı sadaka vermesi caiz değildir, tahrimen mekruhtur. Sadaka veren kimsenin, sadaka sevabını, Resûlullah efendimize, kadın, erkek bütün müminlere göndermeye niyet etmesi iyi olur. Çünkü, kendi sevabı azalmaz ve hepsine de ayrı ayrı, hep o kadar sevap verilir.”
***
Sual: Allahü teâlânın varlığı, sıfatları, razı olduğu ve beğendiği şeyler, akıl ile anlaşılamaz mı? Peygamberlerin "aleyhimüssalevâtü vetteslimât" ve kitapların gönderilmesine sebep Allahü teâlâyı tanımak ve bilmek midir?
Cevap:
Senâüllah Pânî-pütî “rahmetullahi aleyh”, (Hukûk-ul-islâm) kitabında buyuruyor ki, (Allahü teâlânın varlığı, sıfatları, razı olduğu ve beğendiği şeyler, ancak Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” bildirmesi ile anlaşılır. Akıl ile anlaşılamaz. Bunları bize Muhammed aleyhisselâm bildirdi. Hulefâ-i râşidinin çalışmaları ile, her tarafa yayıldı. Eshâb-ı kiramdan bazıları, bazı bilgileri işitmişlerdi. Bu bilgilerin hepsini topladılar. Eshâb-ı kiramın bu hususta üzerimizdeki hakları çok büyüktür. Bunun için hepsini sevmemiz, övmemiz ve itaat etmemiz emir olundu “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”). (Herkese Lâzım Olan Îmân s. 467)
Peygamberlerin "aleyhimüssalevâtü vetteslimât" ve kitapların gönderilmesine sebep ve bildirilmesi en lüzumlu olan emir, yerlerin, göklerin yaratanının varlığını, Onun bir olduğunu, ilim ve başka üstün sıfatları bulunduğunu, kudret ve büyüklüğünün sonsuz olduğunu kullara bildirmektir. İnsanların çoğu, gördüklerine, duyduklarına, göründüğü gibi inanıp, içlerini, inceliklerini anlayamadıklarından, Allahü teâlâ, kitaplarında, varlığına, büyüklüğüne alâmet olan, mahlûklarının en büyükleri ve en açıkta bulunan ve insanların çok şaştığı her bakımdan düzgün görünen ayı, güneşi ve yıldızları, her çeşit insanın anlayabilmesi için, göründükleri gibi tarif buyurmuştur. Bunların hesaplarını, kanunlarını, iç yüzlerini açıklamayarak, cahil olan çoğunluğu, anlayamayacağı şeylerle uğraşmağa zorlamamış, bunları her asırdaki zeki, akıllı, seçme kimselerin çalışarak anlamalarını teşvik buyurmuştur.
İnsanların buluşları, zamanla değişmekte, bir vakitler doğru, güvenilir sanılan buluşların, sonradan yanlış olduğu anlaşılmaktadır. Her asrın insanları, zamanlarındaki son buluşların doğru olacağına inandıkları için, muhtelif asırlardaki insanların inanışları başka başka olmuş, bu inanışlar, günah, küfür olmamıştır. Çünkü, Peygamberlerin "aleyhimüsselâm" kitaplarına uymayan, bunlarda bildirilenleri inkâr eden inanışlar, suç olur. Cenâb-ı Hak, kullarını küfürden, suçtan korumak için, herkesin anlayamayacağı, inanamayacağı fen bilgilerini, kitaplarında açıklamayıp, bunlara işaret buyurmuş, yer küresini, güneşi, gökleri göründükleri gibi anlatarak, bunlardan ibret alınmasını, varlığının, büyüklüğünün anlaşılmasını emir eylemiştir. (Tam İlmihal s. 537)
Peygamberlerin "aleyhimüssalevâtü vetteslimât" ve kitapların gönderilmesine sebep ve bildirilmesi en lüzumlu olan emir, yerlerin, göklerin yaratanının varlığını, Onun bir olduğunu, ilim ve başka üstün sıfatları bulunduğunu, kudret ve büyüklüğünün sonsuz olduğunu kullara bildirmektir. İnsanların çoğu, gördüklerine, duyduklarına, göründüğü gibi inanıp, içlerini, inceliklerini anlayamadıklarından, Allahü teâlâ, kitaplarında, varlığına, büyüklüğüne alâmet olan, mahlûklarının en büyükleri ve en açıkta bulunan ve insanların çok şaştığı her bakımdan düzgün görünen ayı, güneşi ve yıldızları, her çeşit insanın anlayabilmesi için, göründükleri gibi tarif buyurmuştur. Bunların hesaplarını, kanunlarını, iç yüzlerini açıklamayarak, cahil olan çoğunluğu, anlayamayacağı şeylerle uğraşmağa zorlamamış, bunları her asırdaki zeki, akıllı, seçme kimselerin çalışarak anlamalarını teşvik buyurmuştur.
İnsanların buluşları, zamanla değişmekte, bir vakitler doğru, güvenilir sanılan buluşların, sonradan yanlış olduğu anlaşılmaktadır. Her asrın insanları, zamanlarındaki son buluşların doğru olacağına inandıkları için, muhtelif asırlardaki insanların inanışları başka başka olmuş, bu inanışlar, günah, küfür olmamıştır. Çünkü, Peygamberlerin "aleyhimüsselâm" kitaplarına uymayan, bunlarda bildirilenleri inkâr eden inanışlar, suç olur. Cenâb-ı Hak, kullarını küfürden, suçtan korumak için, herkesin anlayamayacağı, inanamayacağı fen bilgilerini, kitaplarında açıklamayıp, bunlara işaret buyurmuş, yer küresini, güneşi, gökleri göründükleri gibi anlatarak, bunlardan ibret alınmasını, varlığının, büyüklüğünün anlaşılmasını emir eylemiştir. (Tam İlmihal s. 537)