Cevap:
Başkasının, kendinden üstün olan her şeyini kıskanan, yani ondaki üstünlüğün, yalnız kendinde olmasını isteyen insana, kıskanç denir. Bu hâl, insanlığın en kötü huylarından biridir. Kıskanç insan, ömrü boyunca rahatsız insandır. Böyle insanlar, kendinden aşağı olan insanı görmez de, kendinden yüksek ve varlıklı insanın her şeyini görür ve onu kıskanır. Kıskanç insan, Allahü teâlânın kendisine verdiği şeylere razı olmayan insan demektir. Allahü teâlânın verdiğine razı olmayan insandan Allahü teâlâ da razı olmaz. Allahü teâlânın bir insandan razı olmaması ise, felaketlerin en büyüğüdür. Artık o insan, dünyada da, ahirette de hüsran içindedir, yani zarardadır. Bunun için, kendisinde kıskançlık ve haset duygusu olduğunu görenler yavaş yavaş bu huylarından sıyrılmalıdır.
İnsanlar, kendilerini istedikleri kadar ıslah edebilir. Kıskançlıktan kurtulanlar rahat ve huzura kavuşur. Bu iş, zenginlik ve fakirlik işi değildir. Bu iş, kalbin zenginliği ve fakirliği işidir. Nice fakirler vardır ki, bir lokma ekmeği kazandığı zaman, Allahü teâlâya şükreder ve zenginlerin hâlini düşünmez bile. Nice zenginler de vardır ki, milyonlarına daha birkaç milyon ekleyemediği için üzüntü içindedir.
Kıskanç insan, başka bir insanın kendinden iyi giyinmesini, iyi yaşamasını hazmedemez. Yani onun boyunu posunu, güzelliğini, çalışkanlığını, başarısını kıskanır. Daha kötüsü, onun başına gelen fenalıklara sevinir. İşte bu hâl, kıskançlığın en kötü derecesidir. Böyle insandan Allahü teâlânın yardımı kesilebilir. Daha da mahrum olurlar. İyi kalpli ve herkesin iyiliğini isteyen insan, Allahü teâlânın himayesinde demektir. Peygamber Efendimiz;
(Bir Müslüman, kendisine istediği bir iyiliği, başka bir Müslüman için istemezse ve bir Müslüman, kendisine gelecek bir kötülüğü, istemediği hâlde, o kötülüğü başka bir Müslüman için isterse, onun imanı tam değildir) buyurmuştur. Yani Peygamber Efendimiz, yalnız kendisini düşünenleri beğenmiyor. Başka Müslümanları düşünenleri beğeniyor ve öyle yapmalarını istiyor. Bütün dünya, Peygamber Efendimizin bu emirlerini yapmış olsa, dünyada kavga, gürültü kalır mı?
***
Sual: Peygamber efendimizi gören, sohbetinde bulunanların her biri, mezhep imamı gibi müctehid mi idi?
Cevap:
İnsanlar, kendilerini istedikleri kadar ıslah edebilir. Kıskançlıktan kurtulanlar rahat ve huzura kavuşur. Bu iş, zenginlik ve fakirlik işi değildir. Bu iş, kalbin zenginliği ve fakirliği işidir. Nice fakirler vardır ki, bir lokma ekmeği kazandığı zaman, Allahü teâlâya şükreder ve zenginlerin hâlini düşünmez bile. Nice zenginler de vardır ki, milyonlarına daha birkaç milyon ekleyemediği için üzüntü içindedir.
Kıskanç insan, başka bir insanın kendinden iyi giyinmesini, iyi yaşamasını hazmedemez. Yani onun boyunu posunu, güzelliğini, çalışkanlığını, başarısını kıskanır. Daha kötüsü, onun başına gelen fenalıklara sevinir. İşte bu hâl, kıskançlığın en kötü derecesidir. Böyle insandan Allahü teâlânın yardımı kesilebilir. Daha da mahrum olurlar. İyi kalpli ve herkesin iyiliğini isteyen insan, Allahü teâlânın himayesinde demektir. Peygamber Efendimiz;
(Bir Müslüman, kendisine istediği bir iyiliği, başka bir Müslüman için istemezse ve bir Müslüman, kendisine gelecek bir kötülüğü, istemediği hâlde, o kötülüğü başka bir Müslüman için isterse, onun imanı tam değildir) buyurmuştur. Yani Peygamber Efendimiz, yalnız kendisini düşünenleri beğenmiyor. Başka Müslümanları düşünenleri beğeniyor ve öyle yapmalarını istiyor. Bütün dünya, Peygamber Efendimizin bu emirlerini yapmış olsa, dünyada kavga, gürültü kalır mı?
***
Sual: Peygamber efendimizi gören, sohbetinde bulunanların her biri, mezhep imamı gibi müctehid mi idi?
Cevap:
Eshâb-ı kiramın yani Peygamber efendimizi gören Müslümanların hepsi derin âlim ve her biri, birer müctehid idiler. Din bilgilerinde, siyasette, idarecilikte, zamanlarının fen bilgilerinde ve tasavvufta, ahlak ilminde birer derya idiler. Bu bilgilerin hepsini, Resûlullah efendimizin mübarek yüzünü görmekle ve kalplere işleyen, ruhları çeken sözlerini işitmekle az zamanda edindiler. Müctehide kendi ictihadı ile amel etmek lazım olduğundan her birinin mezhebi vardı. Mezhepleri az veya çok farklı idi. Tabiin yani Eshâb-ı kiramı görenler ve Tebe-i tabiin yani Tabiini görenler arasında da müctehidler vardı. Bu müctehidlerin mezheplerinden yalnız dördünün kitaplara geçip dünyanın her yerine yayıldığını, diğerlerinin mezheplerinin unutulduğunu, Seyyid Abdülhakim Efendi ve Hamdullah Decvî hazretleri açıkça bildirmektedir.
***
Sual: Mezhep imamı diye kimlere denir ve bunların özellikleri nedir?
Cevap:
***
Sual: Mezhep imamı diye kimlere denir ve bunların özellikleri nedir?
Cevap:
Kur'ân-ı kerimde ve hadîs-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, Eshâb-ı kiramdan işiterek veya nakil yolu ile toplayan, açıkça bildirilmemiş olanları da, kendi koydukları usullere, metotlara göre açıkça bildirilmiş olanlara benzeterek çıkaran ve mutlak müctehid olan derin âlimlere mezhep imamı denir.
***
Sual: Bilinen mezhep imamlarından başka mezhep imamları var mı idi?
Cevap:
***
Sual: Bilinen mezhep imamlarından başka mezhep imamları var mı idi?
Cevap:
Bilinen dört mezhep imamından başka mezhep imamları da vardı. Fakat bunların mezheplerinde olanlar azala azala bugün hiç kalmadı. Eshâb-ı kiramın hepsi de derin âlim ve müctehid idi. Her biri kendi mezhebinde idi. Hepsi de bilinen mezhep imamlarından daha üstün idi. Fakat bunların kitapları olmadığı için mezheplerinin unutulduğunu, İmam-ı Şa'rânî hazretleri bildirmektedir.
***
Sual: Kötü huyları değiştirmek için belli bir çare, ilaç var mıdır?
Cevap:
***
Sual: Kötü huyları değiştirmek için belli bir çare, ilaç var mıdır?
Cevap:
Kötü huyların hepsi için ortak ilaç, hastalığı, zararını, sebebini, zıddını ve ilacın faydasını bilmektir. Sonra, bu hastalığı kendinde aramak, bulmak gelir. Bu teşhisi kendisi yapar, yahut bir âlimin, rehberin bildirmesi ile anlar. Mümin, müminin aynasıdır. İnsan kendi kusurlarını zor anlar. Güvendiği arkadaşına sorarak da, kusurunu öğrenir.