Cevap:
Ödünç alırken faiz vermesi icap eden, muamele satışı yaparak faiz cezasından kurtulur. Bu fetva, nafaka temininden âciz olup, faizsiz karz-ı hasen (ödünç) vereni bulamayan kimse içindir. Yani, faiz ile ödünç almak zarureti bulunan fakiri faiz günahından korumak içindir. Yoksa, herkes muamele satışı yapmak sureti ile, faiz vererek ödünç alabilir demek değildir. Böyle sözleşmelerde, elfâz (sözler) değil, mana muteberdir. Haramı helal yapmak için (Hile-i bâtıla) yapmak Yahudilerin âdetidir.
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de altıncı cüzde diyor ki, (Haramdan kurtulmak için, helale kavuşmak için hile-i şer’ıyye yapmak caizdir ve iyidir. Böyle hilenin caiz olmasına senet, Sâd sûresinin kırkdördüncü âyetidir. Bu âyet-i kerime, Eyüp aleyhisselâm, zevcesine yüz sopa vurmağa yemin edince, bu yemini yapmaktan kurtulması için yapılacak hile-i şer’iyyeyi bildirmektedir.) (Eşi’at-ül-leme’ât)da had cezalarında diyor ki: Sa’îd bin Sa’d dedi ki, babam Sa’d, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yanına, hasta, sarsak birini getirdi. Bunu zina yaparken yakaladık dedi. (Buna, üzerinde yüz filiz bulunan bir dal ile bir kere vurunuz!) buyurdu. Böylece, bir vurmakla, yüz sopa vurulmuş, had cezası yapılmış olur. Eşi’a tercümesi, hile-i şer’ıyyenin caiz ve lâzım olduğunu göstermektedir.] (Tam İlmihal s. 844)
***
Sual: Evliya kulların yanına defnedilmenin faydası olur mu?
Cevap:
Zübde-tül-makâmât kitabında konu ile alakalı olarak şöyle buyurulmaktadır:
Bakara suresinin 237. âyetinde meâlen; (Eğer affederseniz, takvaya daha yakın olur) ve Nisâ suresinin 48. ve 116. âyetinde meâlen; (Allahü teâlâ, dilediğinin, şirkten yani küfürden gayri günahlarını affeder) ve Mâide suresinin 38. âyetinde meâlen; (Bir kimse, zulüm yani günah işleyip, sonra tövbe eder ve salih amel işlerse, Allahü teâlâ tövbesini, elbette kabul eder) buyurulmuştur. Bunlar gibi, tövbenin kabul olunacağını bildiren otuz kadar âyet-i kerime vardır. Herhangi bir kul, fısk, fücur, günah işleyip, sonra tövbe edince, affa kavuşuyor da, Resulullah efendimizin Eshabı hilafet işinde yanılsalar bile, tövbe etmeyip affa kavuşmadıkları biliniyor mu diye hazret-i Hüseyin'in türbesindeki türbedara sordum cevap veremedi. Sonra da kendisine Bağdat müftüsü Arûszâde Efendi'nin, hazret-i Hüseyin'in türbedarından işittiği şu hadiseyi anlattım:
Hazret-i Hüseyin bir gece rüyada türbedara görünerek, yarın İran'dan bir cenaze getirilecektir. Onu, sakın bana yakın defnettirme, dedi. Ertesi gün İran'dan bir cenaze getirildi. Türbe yanına defnetmek istediler. Önce izin vermemiş ise de, çok zengin olduklarından çok para vermişler. O da, izin vermiş. İki bin adım kadar uzak bir yere defnetmişler. O gece, hazret-i Hüseyin, rüyada görünerek, türbedara darılır. Türbedar pişman olduğunu, affetmesi için yalvarır. Ertesi gece, yine görünüp, yine darılır. Türbedar, ertesi gün, meyyiti oradan çıkaracağını, uzaklaştıracağını söyler. Hazret-i Hüseyin; “Bizim yanımızda iki gece yatan affolunur. O, affolundu. Lakin, ben çok sıkıldım” buyurur. Mevtanın da, türbedarın da affolunduğuna işaret buyurdular.
Türbedar, bunları Arûszâde'ye anlatınca, kıymetli müftü, türbedara karşılık “İmam-ı Hüseyin'in kötü dediği bir fasık, türbesinden iki bin adım uzakta, iki gece kalmakla affa kavuşuyor da, Şeyhayn yani hazret-i Ebû Bekir ile hazret-i Ömer bin küsur seneden beri, Peygamber efendimiz ile yan yana yattığı hâlde affa kavuşamadılar mı?” diye sorar. Türbedar, şaşırıp bir şey diyemez. Aciz, cahil olduğu açığa çıkar. Ne güzel bir susturuş, ne büyük bir mahcubiyet!