Cevap: Bu konuda, İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Din büyüklerinin yolunda, sünnet-i seniyyeye uymak, hallerini örtmeye çalışmak, orta halli yaşamak, yiyecekte, giyecekte ve her şeyde orta hali gözetmek vardır. Cahiller bunları riyazet saymazlar. Bunlara göre riyazet, yalnız açlık çekmektir. Çok aç kalmayı pek kıymetli sanırlar. Çünkü, hayvanlar gibi yaşayan bu kimseler, yemeye, içmeye çok önem verirler, hep bunları düşünürler. Bunun için, yememek, içmemek bunlara ağır riyazet görünür. Bu cahiller, sünnete uymaya ve benzerlerine hiç kıymet vermezler. Bu yolun büyüklerine, hallerini örtmeye çalışmak ve cahillerin kıymet verdikleri riyazetleri yapmamak lazımdır. Açlık çekmek gibi böyle riyazetleri cahiller beğenir, şöhrete sebep olur ve sonu kötü olur. Resûlullah efendimiz; (Dinde ve dünyada parmakla gösterilmesi, insana kötülük olarak yetişir. Bundan ancak Allahü teâlânın koruduğu kimse kurtulur) buyurdu.
Uzun açlıklar çekmek, yemekte ve içmekte orta dereceyi gözetmekten daha kolaydır. Orta hali gözetmek riyazetinin, çok aç kalmak riyazetinden daha üstün olduğu meydandadır. Yiyecekte, giyecekte ve her işte orta dereceyi gözetmek çok iyidir.
Hak teâlâ, Peygamber efendimize kırk erkek kuvveti ihsan etmişti. Bu kuvveti ile ağır açlıklara dayanırdı. Eshâb-ı kiram da, insanların en iyisinin sohbeti yardımı ile bu yüke katlanırlardı. Bu yüzden işlerinde ve çalışmalarında hiçbir bozukluk ve gevşeklik olmazdı. Aç iken muharebede düşmanla çarpışırlardı. Eshâb-ı kiramdan başkaları, böyle aç kalsalar, edepleri, sünnetleri, belki de farzları yapamaz hale gelirlerdi. Gücü yok iken, bu işte Eshâb-ı kirama benzemeye kalkışmak, kendini sünnetleri ve farzları yapamayacak hale sokmak olur. Hazret-i Ebu Bekir, Peygamber efendimiz gibi her gün oruç tutmak istedi. Zayıflayıp, takati kalmayınca, Resûlullah efendimiz, buna üzülerek; (İçinizde benim gibi kim vardır? Rabbimin huzurunda kalırım. Oradan yerim ve içerim) buyurdu. Görülüyor ki, gücü yetmediği şeyi yapmaya kalkışmak iyi değildir.”
***
Sual: İmanın şartlarından olan meleklere ve kitaplara iman kısaca nasıl olmalıdır?
Cevap: Dahi ben, Allahü azîm-üş-şânın meleklerine inandım, iman eyledim. Allahü azîm-üş-şânın melekleri vardır. Onları nurdan halk etmiştir. Cisimdirler. [Burada cisim demek, fizik kitaplarında bildirilen cisim değildir.] Yemezler ve içmezler. Onlarda erkeklik, dişilik olmaz. Gökten yere inerler ve yerden göğe çıkarlar. Ve bir hâlden bir hâle girerler. Göz açıp yumacak kadar, Allahü azîm-üş-şâna asi olmazlar ve bizim gibi günah işlemezler. Onların içinde mukarrebler ve Peygamberler vardır.
Ve cümlesinin efdali, Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail “aleyhimüsselâm”dır. Bu dördü cümle meleklerin Peygamberleridir. Ve onların her birisini, Allahü azîm-üş-şân, bir hizmete koymuştur. Kıyamete kadar, başka bir hizmete nevbet gelmez.
Dahi, Allahü azîm-üş-şânın kitaplarına inandım, iman eyledim.
Allahü azîm-üş-şânın kitapları vardır. Kur’ân-ı kerimde bildirilen, yüzdört kitaptır. Yüzü küçük kitaptır. Bunlara (suhuf) denir. Ve dördü büyük kitaptır. Tevrat, hazret-i Musa “aleyhisselâm”a, Zebur, hazret-i Davud “aleyhisselâm”a, İncil, hazret-i İsa “aleyhisselâm”a, Kur’ân-ı kerim, bizim Peygamberimiz Muhammed “aleyhisselâm”a nazil olmuştur.
Yüz suhuftan, on suhufu, hazret-i Adem “aleyhisselâm”a, elli suhufu, Şit “aleyhisselâm”a, otuz suhufu, İdris “aleyhisselâm”a, on suhufu, İbrahim “aleyhisselâm”a inmiştir. Bunların cümlesini, Cebrâîl “aleyhisselâm” indirmiştir. Cümlesinden sonra, Kur’ân-ı azîm-üş-şân nazil olmuştur. Kur’ân-ı azîm-üş-şânın nüzulü -az az, âyet âyet- yirmiüç senede tamam olmuştur. Ve hükmü, kıyamete değin bâkîdir. Nesh olmaktan [geçersiz olmaktan] ve tebdil ile tahriften [insanların değiştirmelerinden] mahfuzdur. (İslâm Ahlâkı s. 180)