Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Her şeyi Cenab-ı Hak yaratır. Her şey Onundur. Onun dışında bir kimseden bir şey beklemek çok çirkindir. Çünkü kullar, nihayet emanetçidir. Emanetçideki eşyalar, emanetçiye değil, hep başkalarına aittir. Bir kimsenin eşyasını, ondan izinsiz olarak bir başkasına veremezler. Mademki her şeyin esas sahibi Allahü teâlâdır, o hâlde, her şeyi Allahü teâlâdan bilmek ve istemek lazımdır. İsterken de Cenab-ı Hakkın yarattığı sebeplere yapışmalıdır. Allahü teâlâ, sebeplere yapışılmasını sever. Kulun sebeplere yapışması, âcizliğinin ifadesidir. Kulluk da bu demektir. Sebebe yapıştıktan sonra, Müslüman, neticeyi Allah’tan bekler, kâfir ise sebepten bekler.
Allahü teâlâ, temiz ağızla yapılan duayı kabul eder. O bakımdan, eğer müminler birbirlerine dua ederlerse, o dua kabul olur. Çünkü bir müminin ağzı, diğer bir mümin için temizdir. Ayrıca, bir melek de, (Yâ Rabbî bu, filan kardeşi için onun gıyabında dua ediyor, aynısını buna da ver) diye dua eder. Meleklerin duası da kabul olur, çünkü hiç günah işlemezler. Sonuç olarak, hem dua edilen, hem de dua eden, kâr eder.
Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde, duaları kabul edeceğine dair söz veriyor, (Bana dua edin, kabul ederim) buyuruyor. Cenab-ı Hak, dua edenin elini boş çevirmez. Hâl böyleyken, bazı müminler, çok dua ederler, fakat karşılığını hemen görmedikleri için üzülürler. Merhum Hocamız bu hususta, (Kardeşim, Allahü teâlâ o kadar çok merhametli ki, kabul olan duaların karşılığını, kulları en çok ne zaman sıkışırsa, o zaman verecektir) buyururdu.