Cevap:
Çalışan insan beş türlü olur: Birincisi, rızkın yalnız çalışmaktan geldiğine inanır. Kâfirler böyledir. İkincisi, rızkın Allahtan geldiğine ve çalışmanın, sebebe yapışmak olduğuna inanır. Çalışırken, Allahü teâlâya asi olmaz. Haram işlemez. Hâlis, salih müminler böyledir. Üçüncüsü, rızkın Allahü teâlâdan geldiğine inanır ise de, çalışırken Allahü teâlâya asi olur. Fasık müminler böyledir. Dördüncüsü rızkın hem Allahü teâlâdan, hem de çalışmaktan geldiğini sanır. Müşrikler böyledir. Beşincisi, rızkın yalnız Allahü teâlâdan geldiğini bilir. Fakat rızkı verir mi vermez mi bilmez. Münafıklar böyledir.
Âlim bin Alâ, (Zâd-ül-müsâfir) ve (Tâtârhâniyye) ismindeki fetva kitabında diyor ki, Camide, evde kapanıp hep ibadet etmek ve yiyip içip, evlenmek, gezmek gibi eğlenceleri ve helal kazanmağı terk etmek, tahrimen mekruhtur.
Tasavvufçulardan bir kısmı, (Kırk gün aç kalan, ilâhî sırları anlamağa başlar) dedi. Sehl bin Abdullah, onbeş günde bir yerdi. İmâm-ı Gazâlî diyor ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” altı günde bir yerdi. Cüneyd-i Bağdâdî her gün dörtyüz rekât namaz kılardı. Sehl bin Abdullah, yedi yaşında hâfız oldu. Her gün oruç tutardı. On iki sene, yalnız arpa ekmeği yedi. Abdülvehhâb-i Şa’rânî “rahmetullahi aleyh” her gün akşam ile yatsı arasında Kur’ân-ı kerimi iki kere hatim ederdi. Buna inanmakta tereddüt etmemeli. Evliyada ruhani kuvvet vardır. Ruh, bir ânda çok şey yapar. Âlimler, (ibadetlerde aşırı gitmemeli, kendini sıkıntıya düşürmemeli) buyurdu. Bu sözleri, bütün ümmet için farz veya vacib veya sünnet olan şeylerdedir. Her Müslümanın böyle yapması lâzımdır. Tasavvufçuların çektikleri sıkıntılar ise, nafile ibadettir. Herkesin yapması lâzım değildir. (Kıyâmet ve Âhiret s. 310)
***
Sual: Haram ne demektir ve harama ehemmiyet vermeyen kâfir olur mu? Fasık kime denir?
Cevap:
Âlim bin Alâ, (Zâd-ül-müsâfir) ve (Tâtârhâniyye) ismindeki fetva kitabında diyor ki, Camide, evde kapanıp hep ibadet etmek ve yiyip içip, evlenmek, gezmek gibi eğlenceleri ve helal kazanmağı terk etmek, tahrimen mekruhtur.
Tasavvufçulardan bir kısmı, (Kırk gün aç kalan, ilâhî sırları anlamağa başlar) dedi. Sehl bin Abdullah, onbeş günde bir yerdi. İmâm-ı Gazâlî diyor ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” altı günde bir yerdi. Cüneyd-i Bağdâdî her gün dörtyüz rekât namaz kılardı. Sehl bin Abdullah, yedi yaşında hâfız oldu. Her gün oruç tutardı. On iki sene, yalnız arpa ekmeği yedi. Abdülvehhâb-i Şa’rânî “rahmetullahi aleyh” her gün akşam ile yatsı arasında Kur’ân-ı kerimi iki kere hatim ederdi. Buna inanmakta tereddüt etmemeli. Evliyada ruhani kuvvet vardır. Ruh, bir ânda çok şey yapar. Âlimler, (ibadetlerde aşırı gitmemeli, kendini sıkıntıya düşürmemeli) buyurdu. Bu sözleri, bütün ümmet için farz veya vacib veya sünnet olan şeylerdedir. Her Müslümanın böyle yapması lâzımdır. Tasavvufçuların çektikleri sıkıntılar ise, nafile ibadettir. Herkesin yapması lâzım değildir. (Kıyâmet ve Âhiret s. 310)
***
Sual: Haram ne demektir ve harama ehemmiyet vermeyen kâfir olur mu? Fasık kime denir?
Cevap:
Haram odur ki, onu Allahü azîm-üş-şân, Kur’ân-ı kerimde açık nehyetmiş ola. Yani, işlemeyiniz, demiş ola. Harama, ehemmiyet vermeyen, inanmayan kâfir olur. İnandığı hâlde işleyen kâfir olmaz, fasıka olur. [İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ” imamlığı anlatırken buyuruyor ki, (Fasık imamın arkasında namaz kılmamalıdır. Fasık demek, şarap içmek, zina etmek, faiz yemek gibi büyük günah işleyen demektir. [Küçük günaha devam etmek de büyük günah olur.] Birden çok camide Cuma namazı kılınan yerlerde, fasık hatibin arkasında Cuma namazı kılmamalı, imamı salih olan camide kılmalıdır. Fasıka ihanet etmek, hakaret etmek vacibtir. Çok âlim olsa da, onu imam yapmamalıdır. İmam yapmak, ona tazim etmek, saygı göstermek olur. Fâsıkın da, mezhepsizin de, imam yapılmaları, her zaman tahrimen mekruhtur. Haramlardan sakınmağa (Takvâ) denir. Helal veya haram olduğu şüpheli olan şeylerden de sakınmağa (Vera’) denir. Şüpheli şey işlememek için bir helalı terk etmeğe (Zühd) denir. Dâr-ül-harbde imana gelenin, Dâr-ül-islâma hicret etmesi vacib olur)]. (İslâm Ahlâkı s. 207)
***
Sual: Müctehid alimlerin, Kur’an-ı kerim ve hadîs-i şeriflerden hüküm çıkarırken tuttukları yol aynı mı idi?
Cevap:
***
Sual: Müctehid alimlerin, Kur’an-ı kerim ve hadîs-i şeriflerden hüküm çıkarırken tuttukları yol aynı mı idi?
Cevap:
Müctehid alimlerin ictihad yolu ikidir:
Biri, İmam-ı a’zam hazretlerinin zamanındaki Irak alimlerinin yolu olup, buna Re'y yolu yani kıyas yoludur. Bir işin nasıl yapılacağı, Kur'ân-ı kerimde ve hadîs-i şeriflerde açıkça bildirilmemiş ise, buna benzeyen başka bir işin nasıl yapıldığı aranır, bulunur. Bu iş de, onun gibi yapılır. Eshâb-ı kiramdan sonra bu yolda olan müctehidlerin reisi, imam-ı a'zam Ebu Hanife hazretleridir.
İkinci yol, Tabiin ve Tebe-i tabiin döneminde yaşamış Hicaz âlimlerinin yolu olup, buna Rivayet yolu denir. Bu yolda olanlar, Medine-i münevverenin o zamanki ahalisinin adetlerini, kıyastan üstün tutar. Bu yolda olan müctehidlerin büyüğü, imam-ı Malik hazretleridir ki, Medine-i münevverede oturuyordu. İmam-ı Şafii ile Ahmed ibni Hanbel hazretleri de, imam-ı Malik hazretlerinin sohbetlerinde bulunmuşlardır. İmam-ı Şafii hazretleri, imam-ı Malik hazretlerinin yolunu öğrendikten sonra, Bağdat tarafına gelerek, İmam-ı a'zam hazretlerinin talebesinden okuyup, bu iki yolu birleştirdi. Ayrı bir ictihad yolu kurdu. Kendisi çok beliğ, edip olduğundan, âyet-i kerimelerin ve hadîs-i şeriflerin ifade tarzına bakıp, kuvvetli bulduğu tarafa göre iş görürdü. İki tarafta da kuvvet bulamazsa, o zaman, kıyas yolu ile ictihad ederdi. Ahmed ibni Hanbel hazretleri de, imam-ı Malik hazretlerinin yolunu öğrendikten sonra Bağdat taraflarına gidip, İmam-ı a'zam hazretlerinin talebesinden kıyas yolunu almış ise de, pek çok hadîs-i şerif ezberlemiş olduğundan, önce, hadîs-i şeriflerin birbirini kuvvetlendirmesine bakarak, ictihad etmiştir. Böylece, ahkâm-ı islâmiyyenin, İslâmiyetin bildirdiği hükümlerin çoğunda, diğer üç mezhepten farklı ictihad etmiştir.
***
Sual: İslâmiyetin temel inanışlarından bazılarını inkar edip, İslâmiyetin diğer hükümlerini kabul eden kimseye ehl-i kıble denir mi?
Cevap:
Biri, İmam-ı a’zam hazretlerinin zamanındaki Irak alimlerinin yolu olup, buna Re'y yolu yani kıyas yoludur. Bir işin nasıl yapılacağı, Kur'ân-ı kerimde ve hadîs-i şeriflerde açıkça bildirilmemiş ise, buna benzeyen başka bir işin nasıl yapıldığı aranır, bulunur. Bu iş de, onun gibi yapılır. Eshâb-ı kiramdan sonra bu yolda olan müctehidlerin reisi, imam-ı a'zam Ebu Hanife hazretleridir.
İkinci yol, Tabiin ve Tebe-i tabiin döneminde yaşamış Hicaz âlimlerinin yolu olup, buna Rivayet yolu denir. Bu yolda olanlar, Medine-i münevverenin o zamanki ahalisinin adetlerini, kıyastan üstün tutar. Bu yolda olan müctehidlerin büyüğü, imam-ı Malik hazretleridir ki, Medine-i münevverede oturuyordu. İmam-ı Şafii ile Ahmed ibni Hanbel hazretleri de, imam-ı Malik hazretlerinin sohbetlerinde bulunmuşlardır. İmam-ı Şafii hazretleri, imam-ı Malik hazretlerinin yolunu öğrendikten sonra, Bağdat tarafına gelerek, İmam-ı a'zam hazretlerinin talebesinden okuyup, bu iki yolu birleştirdi. Ayrı bir ictihad yolu kurdu. Kendisi çok beliğ, edip olduğundan, âyet-i kerimelerin ve hadîs-i şeriflerin ifade tarzına bakıp, kuvvetli bulduğu tarafa göre iş görürdü. İki tarafta da kuvvet bulamazsa, o zaman, kıyas yolu ile ictihad ederdi. Ahmed ibni Hanbel hazretleri de, imam-ı Malik hazretlerinin yolunu öğrendikten sonra Bağdat taraflarına gidip, İmam-ı a'zam hazretlerinin talebesinden kıyas yolunu almış ise de, pek çok hadîs-i şerif ezberlemiş olduğundan, önce, hadîs-i şeriflerin birbirini kuvvetlendirmesine bakarak, ictihad etmiştir. Böylece, ahkâm-ı islâmiyyenin, İslâmiyetin bildirdiği hükümlerin çoğunda, diğer üç mezhepten farklı ictihad etmiştir.
***
Sual: İslâmiyetin temel inanışlarından bazılarını inkar edip, İslâmiyetin diğer hükümlerini kabul eden kimseye ehl-i kıble denir mi?
Cevap:
Ehl-i kıble demek, tevatür ile ve zaruri olarak bilinen din bilgilerinin hepsine inanan, yani Müslüman olan kimse demektir. Böyle olan kimse, bidat inanışı ile, dinden çıkmaz, kafir olmaz. İnanışta, imanda ehl-i sünnetten ayrılan 72 bidat fırkası, küfre düşmedikçe böyledir.