Sual: Allah’tan başka bir şeyin veya bir kimsenin bir iş yaptığını söyleyen, mesela (Aspirin ağrıyı kesti) veya (Resulullahın hürmetine, Abdülkadir Geylani’nin hürmetine Allah duamı kabul etti) diyen, Fatiha suresindeki (Biz yalnız senden yardım dileriz) mealindeki âyete göre müşrik oluyormuş. Öyleyse ilaçtan, aspirinden, Enbiyadan veya Evliyadan yardım isteyen müşrik mi oluyor? İnsanlardan herhangi bir yardım istemek, mesela bir arkadaşa, (Bana yardım et, şu yükü taşıyalım) demek şirk mi oluyor? Teröristler beni döverken, civardaki insanlardan yardım istemek, (İmdat, beni kurtarın) demek şirk mi olur?
CEVAP
Hiçbiri şirk olmaz. Şirk olur diyenler, Vehhabilerle, onlara aldanan zavallılardır. İnsanlara yardım etme kuvvetini veren de Allahü teâlâdır. Asıl, Allahü teâlânın kudretinden şüphe eden müşrik olur. Muteber ve meşhur bir menkıbe şöyledir:
Ebul Hasan-ı Harkani hazretleri, sefere çıkan talebelerine, (Sıkışınca benden yardım isteyin) buyurur. Yolda talebelerini eşkıya yakalar. Onlar kurtulmaları için Allahü teâlâya dua ederler; fakat kurtulamazlar. Bir talebe, (Ya Ebel Hasan, imdat!) der. O talebeyi eşkıya göremez. Diğerlerinin nesi varsa alırlar. Seferden dönünce hocalarına, (Biz Allah’tan yardım istediğimiz halde soyulduk; fakat şu arkadaşımız sizden yardım isteyince kurtuldu. Bunun hikmeti nedir?) derler. O da, (Allahü teâlâ günahkâr kimselerin duasını kabul etmez. Arkadaşınız, benden yardım isteyince, onun duasını Allahü teâlâ bana duyurdu. Ben de, “Ya Rabbi, bu talebemi kurtar!” dedim. Allahü teâlâ da kurtardı. Ben sadece vasıta oldum, dua ettim. Kurtaran Rabbimizdi.) diye cevap verir. (Tezkiret-ül-evliya)
Vehhabiler, (Ölmüş Evliya ve Enbiyadan yardım istenmez) diyor. Mesela darda kalan insanlara, Hızır aleyhisselamın ruhunun yetiştiğini kabul etmiyorlar. Hâlbuki ruhun ölmediği, âyet ve hadislerle açıkça bildirilmiştir. (İmdat ya Hızır) demek şirk olmaz, yardım istemek olur. (İmdat ya Resulallah, şefaat ya Resulallah) demek de şirk değil, yardım istemek olur. Allahü teâlâ yardım isteyenin sesini bu zatlara duyurmaya ve onların ruhlarına da yardım etme kuvvetini vermeye, elbette kadirdir. Dirilere yardım etme kuvvetini veren Allahü teâlâ, ölmüş zatlara da kuvvet vermektedir. Bunlara şirk demek, Allahü teâlânın kudretinden şüphe etmek olur.
Evliyanın diri veya ölü olması arasında fark yoktur. Büyük bir âlim vefat edince, feyz vermesi kesilmez, hatta artar. (İrşad-üt-talibin)
Maliki mezhebinin büyük âlimlerinden Ali Echuri hazretleri, (Veli, dünyadayken, kınındaki kılıç gibidir. Ölünce, kınından çıkan kılıç gibi olur, tasarrufu, tesiri kuvvetlenir.) buyurmuştur. Bu sözü, Ebu Ali Senci hazretleri de, Nur-ül-hidaye kitabında yazmaktadır. (Berika)
Allahü teâlâ, sevdiklerinin ruhlarına işittirir. Onların hatırı için istenileni yaratır. Diriler Allahü teâlânın yaratmasına sebep olduğu gibi, ruhları da diri olduğu için, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olur. Hazret-i Âdem, Muhammed aleyhisselamın hürmeti için dua etti, duası kabul oldu. Allahü teâlâ da, (Ya Âdem, Muhammed aleyhisselamın ismiyle, her ne isteseydin kabul ederdim, O olmasaydı, seni yaratmazdım.) buyurdu. (Hâkim, Beyheki)
Ölü-diri her velinin ruhundan yardım istenir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Halil-ür-rahman [Hazret-i İbrahim] gibi 40 kişi her zaman bulunur. Onların sebebiyle yardım görülür ve zafere kavuşulur. Onların bereketiyle gökten yağmur yağar. Onların yerine yeni birisi gelmedikçe, ölen olmaz.) [Taberani]
(Çölde yalnız kalan kimse, bir şey kaybederse, “Ey Allah’ın kulları, bana yardım edin” desin! Çünkü Allahü teâlânın sizin göremediğiniz kulları vardır.) [Taberani] Bu hadis-i şerif, yanında olmayan kimseye seslenerek, ondan yardım istemeyi emretmektedir. (El-Üsul-ül-erbe’a)
Fatiha suresindeki, (Yalnız senden yardım isteriz) mealindeki âyet-i kerime, ölünün de, dirinin de bir şey yapmasına tesir eden kudretin, Allahü teâlâdan başka bir güç olduğunu göstermez. Mesela acıkan kimsenin, hiçbir sebebe yapışmadan, (Ya Rabbi, beni doyur) demesi, bu âyete uygun değildir; çünkü Cenab-ı Hak, doyurmak için yemek yemeyi sebep kılmıştır. Yemek yiyip doyanın da, doymayı Allah’tan bilmesi gerekir. Rabbimiz, yemek yemeden de doyurur; fakat yemek yenmesini sebep kılmıştır. (Yalnız senden yardım isteriz) diyen kimsenin fırıncıya gidip, (Bana ekmek ver) diye ondan yardım istemesi Allah’tan başkasından yardım istemek değil, Allahü teâlânın emrettiği sebeplere yapışmak olur. Ölü veya diri Evliyadan yardım istemek de, sebeplere yapışmaktır. Sebeplere yapışmak da, Allahü teâlânın emrine uygundur.
Abdülaziz-i Dehlevi hazretleri Fatihanın tefsirinde buyuruyor ki:
Birisinden yardım istenirken, yalnız ona güvenilirse, onun, Allahü teâlânın yardımına mazhar olduğu düşünülmezse, haramdır. Eğer yalnız Allahü teâlâya güvenilip, o kulun Allah’ın yardımına mazhar olduğu, Allahü teâlânın her şeyi sebeplerle yarattığı, onun da bir sebep olduğu düşünülürse caiz olur. Enbiya ve Evliya da, böyle düşünerek başkasından yardım istemiştir. Bu düşünceyle birisinden yardım istemek, Allahü teâlâdan istemek olur.
Çok tecrübe ettim ki, Musa Kazım’ın kabri, duamın kabul olması için ilaç gibidir. (İ. Şafii)
(Diriyken tasarruf [yardım] yaptığı gibi, öldükten sonra da yapan Evliyadan, Maruf-i Kerhi ile Abdülkadir-i Geylani’yi gördüm) diyenler olmuştur. (Mişkat tercümesi)
Keşif ehli evliyanın çoğu, ruhlardan feyz alarak olgunlaşmışlardır. (Eşiat-ül-lemeat)
Mevlana Abdülhakim-i Siyalkuti hazretleri buyuruyor ki:
Dua eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duasının kabul olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vasıta yapmaktadır. (Ya Rabbi, bu sevgili kulunun hatırı ve hürmeti için bana da ver) demektedir. Yahut Evliyadan bir zata, (Ey Allah’ın velisi, bana şefaat et, bana vasıta ol, benim için dua et) demektedir. Dileği veren, yalnız Allahü teâlâdır. Veli, yalnız vesiledir, sebeptir. O da fânidir, tasarrufu, gücü yoktur. Allahü teâlânın verdiği güçle yardım etmektedir. Böyle inanmak şirk olsaydı, Allah’tan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de dua istemek, bir şey istemek yasak olurdu. Bir cahil, dileğini Allah’ın kudretinden beklemeyip, (Veli yaratır) derse, bu düşünceyle ondan isterse, bu elbette yanlıştır, şirktir. Bunu ileri sürerek, İslam âlimlerine dil uzatılamaz. Zaten herkes insanın bir şey yaratamayacağını bilir. (Zad-üllebib)
Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki:
İnsan ölürken ruhunun ölmediğini, şuur sahibi olduğunu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıklarını âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler açıkça bildiriyor. Evliyanın ruhları, diriyken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededir. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet sahibi olan, ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesiyle ölmez. Kerameti yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diriyken de, ölüyken de hiçtir. Bunun için, Allahü teâlâ, diriler vasıtasıyla çok şey yaratıp verdiğini, herkes, her zaman görmektedir. İnsan diriyken de, ölüyken de bir şey yaratamaz. Ancak Onun yaratmasına vasıta olmaktadır. (Mişkat)
Resulullahı ve Evliyayı vesile ederek dua etmek caizdir. (Hülasat-ül-kelam)
Ben ölünce beni düşünün, imdadınıza yetişirim. (Mevlana Celaleddin-i Rumi)
Ruhaniyetime teveccüh edin veya Mazhar-ı Can-ı Canan’ın kabrine gidin! Ondan hâsıl olan fayda, bin dirinin faydasından daha çoktur. (Mektubat-ı Dehlevi)
Evliya, Enbiya yaratıcı değildir. Allahü teâlâ istenilen şeyi onların hürmetine yaratır. Yani onlar vesiledir, sebeptir. Cenab-ı Hak, her şeyi yoktan yarattığı halde, yaratmasına bazı şeyleri sebep kılmıştır. Mesela Hazret-i Âdem’i ana-babasız yaratmış, fakat çamuru vesile kılmıştır. Bütün çocukları yaratan da Allahü teâlâdır; fakat çocukların yaratılması için, ana-babayı vesile, vasıta kılmıştır. Hazret-i Âdem’i yarattığı gibi, bütün insanları da ana-babasız yaratabilirdi; fakat ana-babayı sebep vasıta kılmıştır. Onun âdeti böyledir. Onun için Kur'an-ı kerimde, (Allah’a yaklaşmak için vesile arayın) buyuruldu. (Maide 35)
Her şeyi yaratan Allah’tır. (Sebeplere yapışın) buyurduğu için bir sebebe yapışılır. İbni Kemalpaşazade hazretlerinin Hadis-i erbain’deki (Bir işinizde, sıkışıp bunalınca, kabirdekilerden yardım isteyin) ve Deylemi’nin bildirdiği (Kabirdekiler olmasa, yeryüzündekiler yanardı) hadis-i şerifleri de, Allahü teâlânın izniyle, ölülerin dirilere yardım edebildiğini göstermektedir. (M. Nasihat)
Enbiya ve Evliyadan şefaat istemek, yardım istemek, Allahü teâlâyı bırakmak, Onun yaratıcı olduğunu unutmak demek değildir. Bulut vasıtasıyla Allahü teâlâdan yağmur beklemek, ilaç içerek Allahü teâlâdan şifa beklemek, top, bomba, füze kullanarak Allahü teâlâdan zafer beklemek, hep Allahü teâlâdan istemek olur. Bunlar sebeptir. Allahü teâlâ, her şeyi sebeple yaratmaktadır. Bu sebeplere yapışmak, şirk değildir. Peygamberler hep sebeplere yapıştılar.
Allahü teâlânın yarattığı suyu içmek için çeşmeye, Onun yarattığı ekmeği yemek için fırıncıya gidildiği ve Allahü teâlânın zafer vermesi için, savaş vasıtaları ve talim terbiye yapıldığı gibi, Allahü teâlânın duayı kabul etmesi için de, Peygamberin, Evliyanın ruhlarına gönül bağlanır. Allahü teâlânın elektro manyetik dalgalarla yarattığı sesi almak için radyo kullanmak, Allahü teâlâyı bırakıp bir kutuya başvurmak değildir; çünkü radyo kutusundaki aletlere o özellikleri, o kuvvetleri veren, Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, her şeyde, kendi kudretini gizlemiştir.
Müşrik, puta tapar, Allahü teâlâyı düşünmez veya Allah’ın düşmanı olan putları Allah’a yaklaşmak için vesile yaptığını iddia eder. Müşriklerin putlarıyla, Allah’ın sevgili kulları olan Enbiya ve Evliya nasıl aynı kefeye konur? Müslüman, sebepleri, vasıtaları kullanırken, sebeplere, mahlûklara, tesir, hassa veren Allahü teâlâyı düşünür. İstediğini Allahü teâlâdan bekler. Geleni Allahü teâlâdan bilir. Müminler her namazda Fatiha suresini okurken, (Ya Rabbi, dünyadaki arzularıma, ihtiyaçlarıma kavuşmak için maddi sebeplere yapışıyor ve bana yardım etmeleri için, sevdiğin kullarına yalvarıyorum. Bunları yaparken ve her zaman, dilekleri verenin, yaratanın yalnız Sen olduğuna inanıyorum. Yalnız Senden bekliyorum) anlamında söylüyorlar. Her gün böyle söyleyen müminlere nasıl müşrik denir ki?
Enbiya ve evliyanın ruhlarından yardım istemek, Allahü teâlânın yarattığı bu sebeplere yapışmaktır. Bunların müşrik olmadıklarını, halis mümin olduklarını Fatiha suresinin bu âyeti açıkça haber vermektedir. Mezhepsizler maddi sebeplere yapışıyor, nefislerinin isteklerine kavuşmak için, her vesileye, her çareye başvuruyorlar; fakat Enbiya ve Evliyayı vesileye şirk diyorlar. (S. Ebediyye)
Vehhabiler, (İlaç hastalığıma iyi geldi demek veya türbeye gitmek şirktir) dedikleri gibi, öldürüp dirilten yalnız Allah olduğu için, (Terörist falancayı öldürdü) demeye de şirk diyorlar. Elbette öldüren ve dirilten yalnız Allahü teâlâdır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Dirilten ve öldüren yalnız Odur.) [Yunus 56]
(Ölüm zamanında insanı, Allahü teâlâ öldürüyor.) [Zümer 42]
Hazret-i Azrail’in can alması da mecazîdir. (Azrail öldürdü, Azrail can aldı) demek de mecazîdir. Esas öldüren, Allahü teâlâdır. Hastaya şifa veren de Allahü teâlâdır; çünkü Kur’an-ı kerimde, (Hasta olduğum zaman ancak O bana şifa verir) buyuruluyor. (Şuara 80)
Cenab-ı Hak her şeyi sebeplerle yaratıyor. İlaçsız da şifa vermeye gücü yettiği halde, ilacı sebep kılıyor. Her şeyi yaratanın, şifa verenin Allahü teâlâ olduğunu bilen bir müslümanın, (Aspirin başımın ağrısını giderdi) demesi şirk olmaz. Öldüren yalnız Allahü teâlâ olduğu halde, (Falanca falancayı öldürdü) veya (Azrail babamın canını aldı) demek günah değildir.
Aynı mecazlar Kur'an-ı kerimde de vardır. Mesela, (Öldürmek için vekil yapılmış olan melek sizi öldürüyor) buyuruluyor. (Secde 11)
Yine, (Âdem aleyhisselamın oğlu, kardeşini öldürdü) buyuruluyor. (Maide 30)
O halde, (Şu ilaç hastalığa iyi gelir) veya (Doktor, hastayı iyileştirdi) demek şirk olmaz; çünkü Kur’an-ı kerimde Hazret-i İsa’nın, (A’manın gözünü açarım, Baras hastalığını iyi ederim ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim) dediği bildiriliyor. (Al-i İmran 49)
Aynı sapıklar, âyet-i kerimelerdeki mecazî manaları anlamadıkları için -hâşâ- Allahü teâlânın gökte olduğunu, Onun eli olduğunu söylüyorlar. Hâlbuki Türkçede de âyet-i kerimelerde bildirilen mecazların benzerleri çoktur. (İstanbul, valinin elindedir) denince, İstanbul’un valinin emri altında olduğu anlaşılır. Yoksa İstanbul, valinin elinin içinde demek değildir. Mülk suresinde, (Mülk, Allah’ın elindedir) buyuruluyor. Buradaki eli de, insan eli gibi düşünmek çok yanlıştır. Her türlü tasarrufun, hükümranlığın ancak Allahü teâlânın kudreti altında olduğu anlaşılır. Böyle âyet-i kerime ve hadis-i şerifler çoktur. Bunları İslam âlimlerinin açıkladığı şekilde anlamak gerekir. Allah’ın Arş’a hükümran olduğunu bildiren, (Rahman, Arş’ı istiva etti) mealindeki âyet-i kerimeyi de, hâşâ (Allah Arş’ta oturuyor) şeklinde anlamak küfür olur. Onun için Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumak gerekir. (El-Münkız)
Biri, bir bardak su istese, bu, (Yalnız senden yardım dileriz) âyet-i kerimesine aykırı olur mu? Hangi hususta başkasından yardım istemeyeceğiz?
Bir doktora muayene olsak, ilaç verse, güvensek, (Yalnız Allah’a güvenin) âyetine aykırı olur mu? Topkapı’dan Sirkeci’ye giden tramvaya binsek, (Bu tramvay Sirkeci’ye gider) desek, Allah’tan başkasına mı güvenmiş olacağız? Peygamber efendimizin ve âlimlerin sözlerine güvensek, Allah’tan gayrisine mi güvenmiş oluruz? Demek ki bunların izahı gerekir. Birkaç âyet-i kerime meali:
(Yalnız benden korkun!) [Bekara]
(Eğer iman etmişseniz, onlardan değil benden korkun!) [Al-i İmran 175]
(İnsanlardan korkmayın, benden korkun!) [Maide 44]
Hırsızdan, hainlerden ve yılandan korksak bu âyete aykırı olur mu? Atalarımız, (Allah’tan korkmayandan korkmak gerekir) demişlerdir. Demek ki açıklamaya ihtiyaç vardır.
Kur’an-ı kerimde (Namaz kılın, zekât verin) buyuruluyor. (Hac 78, Nur 56)
Namazın nasıl, kaç rekât kılınacağı, zekâtın nasıl, hangi mallardan verileceği açık değildir. Bütün bunlar, hadis-i şeriflerle ve âlimlerin açıklamasıyla anlaşılmıştır.
(Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir.) [Araf 155, İbrahim 4]
Bu âyetleri okuyan bir dinsiz, (Doğru yola getiren ve sapıttıran Allah olduğuna göre, beni de dinsiz yapan Odur. Benim bunda ne suçum var?) diyebilir. Bu bakımdan hadis-i şeriflere ve âlimlerin açıklamasına ihtiyaç vardır. Nitekim âyetlerden anladığına uyup, (Hayır-şer Allah’tan olduğuna göre, bize günah işleten de Allah’tır. Biz günahlardan sorumlu değiliz) diyenler çıkmıştır. İşte bu tehlikeyi önlemek için, Peygamber efendimiz gerekli açıklamalarda bulunmuş, âlimler de bunları açıklamış, artık, bahane kalmamıştır. Üç âyet-i kerime meali:
(Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]
(Verdiğimiz bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43]
(Bilmiyorsanız âlimlere sorun.) [Nahl 43]
Bu âyet-i kerimeler, Kur’an-ı kerimi anlamak için Peygamber efendimizin ve âlimlerin açıklamasına ihtiyaç olduğunu bildirmektedir.