Cevap: Yusuf Kardâvînin (El-helal-ü vel-haram-ü fil-islâm) kitabında diyor ki: İslâm dini, Müslüman kadının, altı görünecek kadar ince örtü ile örtünmesini haram etmiştir. (Müslim) ve (Muvattâ) kitaplarındaki hadîs-i şerifte, (Örtülü çıplak ve başları deve hörgücü gibi yükseltilmiş kadınlar, Cennete girmeyecek. Kokusunu bile duymayacaklardır. Hâlbuki, Cennetin kokusu, çok uzaklardan duyulacaktır) buyuruldu. Bu hadîs-i şerif, kadınların ince, şeffaf veya cilde yapışık dar elbise, çorap, baş örtüsü ile örtünmelerini ve saçlarını, başlarının üstünde küme yapmalarını yasak etmektedir. Böyle örtünmek, çıplak gezmek gibidir. Müslüman hanımları, kızları, ince, dar şeylerle örtünmemeli, saçlarını veya (peruk) takarak, bunların kıllarını, deve hörgücü gibi başlarının üstünde toplamamalı, saçlarını topuz yapmamalıdır. Bunların Cehenneme götüren günah olduklarını bilmelidir.
Kardâvînin mezhepsiz bir din adamı olduğu, daha önce bildirilmişti. İslâm dini, kadınların örtünmelerinin farz olduğunu ve örtünün evsafını bildirmiştir. Bu evsafı taşıyan çarşaf ve geniş ve uzun entari ve manto ile örtünmeleri arasında fark olduğu hiç bildirilmemiştir. Örtünmenin farz olduğu, örtü, elbise şekillerinin ise, (Sünnet-i zevâid) olduğu, fıkıh kitaplarında yazılıdır. Sünnet-i zevâid, ibadet olmayan, âdet olan sünnetler demektir. Bunun için, örtülerden, âdet hâlini almış olanı kullanmak lâzımdır. İbadet olmayan şeylerde âdete uymamak, mekruh olur. Fitneye sebep olursa, haram olur. (Hindiyye)de diyor ki, (Kalın ve geniş kumaş ile örtülü kadına bakmak câizdir. İnce, dar örtülmüş kadına bakmak câiz değildir. Örtülü kadının da yüzüne şehvet ile bakmak haramdır. Şehvetsiz olarak lüzumsuz bakmak mekruhtur. Müslüman olmayan kadınlara da bakmak böyledir. Bunların yalnız saçlarına bakmak câiz olur, denildi.) (İslâm Ahlâkı s. 319)
***
Sual: Müslüman kadınının örtünmesi için manto yeterli olur mu? Örtünmede yaşlı ile genç olması fark eder mi
Cevap: Kalın, geniş ve topuk kemiklerine kadar uzun ve kolları bileklerini örten, koyu renkli manto ile örtünmek, iki parça çarşafla örtünmekten daha iyidir. (Halebî-yi kebîr)de diyor ki, (Hür kadının kulaklarına kadar sarkan saçı sözbirliği ile avrettir. Kulaktan aşağı sarkan kısmı, âlimlerin çoğuna göre yine böyledir. Bazılarına göre, sarkan kısım namazda avret olmaz. Fakat yabancının buna bakması da câiz değildir.) Saçlarının hepsini, kalın baş örtüsü ile örtmelidir. Bu örtünün ortasının ön kısmı, alına yapışmalı ve kaşlara yakın inmeli, iki kenarı, iki kaşın kenarından, çeneye indirilerek, çene üstünde, iğne ile bitiştirilip, göğse sarkmalı, ortasının arka kısmı, sırtı örtmelidir. Fitne ihtimâli olunca, yanakları da örtmelidir. Koyu renkli, kalın çorap da giymelidir. Kadının sarkan saçının dörtte biri, bir rükün kadar açık olursa, namazı sahih olmaz. Daha azı açık olursa mekruh olur. Burada kadının ihtiyar veya genç olmasını hiçbir kitap ayırmamıştır. İhtiyar kadının selâmına cevap vermek ve onunla müsafeha ve halvet câiz olur demişler ise de, ihtiyar kadının saçını açması, bunun saçına bakmak câiz olur diyen olmamıştır. Müslüman olmayan kadının saçına bakmak câiz olur diyen oldu. Fakat ihtiyar olan Müslüman kadının saçına bakmak câiz olur diyen hiç yoktur. İhtiyar kadının mescide ve kabir ziyaretine gitmesi câiz diyenler de, saçı, başı örtülü olmak şartını bildirmişlerdir. (İslâm Ahlâkı s. 319)
***
Sual: Çevremizdeki bazı kimseler, “her şey kendiliğinden olmuştur, bunların bir yaratıcısı yoktur” diyor. Bunlara nasıl bir cevap vermelidir?
Cevap: Konu ile ilgili olarak İslâm alimlerinden Muhammed Rebhâmî hazretleri, Riyâd-ün-nâsıhîn kitabında şöyle bir hadise anlatmaktadır:
“Zâd-ül-mukvîn kitabında diyor ki: Rum kayseri (hükümdarı) 7. Abbasi halifesi Me'mûn bin Hârûn'a bir haberci gönderdi. Bunun yanında, heybetli, kendini beğenmiş biri vardı. Haberci, halifeye;
-Bu adam dinsiz, ateisttir, bir yaratıcı olduğuna inanmıyor. Rum papazları buna cevap veremedi. İslâm âlimleri bunu susturursa, milyonlarca Hristiyanı ve Müslümanı sevindirecektir dedi. Bağdat âlimleri;
-Buna ancak Ahmed Nişâpûrî hazretleri cevap verir, dediler. Halife sarayda, belli gün ve saatte âlimlerin toplanmasını emretti. Ahmed Nişâpûrî hazretleri meclise geç geldi ve;
-Yolda, acayip, şaşılacak bir şey gördüm. Onu seyredince, buraya geç kaldım. Dicle kenarında gemi bekliyordum. Yerden büyük bir ağaç çıktı. Sonra yıkıldı, parçalandı. Tahtalar hasıl oldu. Sonra tahtalar birleşerek, bir gemi oldu. Gemici olmadan, suda hareket etti dedi. Dinsiz, ateist kişi bu sözleri işitince, yerinden fırladı ve;
-Bu adam deli olmuş. Hiç böyle şey olur mu? Böyle söyleyen, yalancıdır ve buna aklı olmayanlar inanır dedi. Ahmed Nişâpûrî hazretleri, söze karışarak;
-Bunlar, kendi kendine olamayınca, yeryüzündeki şaşılacak şeyler, kendi kendilerine nasıl var olur? Bunları yaratan biri olmadığını söyleyen daha ahmak ve alçak olmaz mı? dedi. Bu sözler üzerine dinsiz, ateist;
-Her şeyin bir yaratıcısı olduğunu şimdi anladım ve buna inandım diyerek Müslüman oldu. (Böyle bir hadisenin, imâm-ı Gazâlî hazretleri zamanında da vaki olduğu rivayet edilmektedir.)”
***
Sual: Osmanlılar zamanında, tarikat adı ile dinsizlik mi işlendi?
Cevap: Osmanlılar zamanında gençler, dinlerini, vatan sevgisini öğrenmek için, bir âlimin, bir velinin etrafına toplanırlardı. Büyük âlimlerin gösterdiği yola Tarikat denildi. Tarikatlar etrafa yayıldı. Müslümanlar ve vatan sevgisini öğrenen gençler, çoğaldı. Devleti ele geçiren masonlar, bu hâli görünce, tarikatlara dinsiz, soysuz kimseleri karıştırdılar ve böylece tarikatlar, dinsizlerin, ahlaksızların elinde kaldı.