Sual: Müezzin sesinin fazla çıkması için kendini zorlayabilir mi veya sesini her yere duyurmak için hoparlör kullanabilir mi?
Cevap: (Hindiyye)de diyor ki, (Müezzinin, sesini takatinden fazla yükseltmesi mekruhtur). (İbni Âbidîn) “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki, (Ezanın uzaklardan işitilmesi için, müezzinin yüksek yere çıkıp okuması sünnettir. Birkaç müezzinin, bir ezanı birlikte okumaları câizdir.) Âlimlerin bu yazılarından anlaşılıyor ki, hoparlörle ezan, kamet okumak ve namaz kıldırmak bid’attir. Bid’at işlemek büyük günahtır. Hadîs-i şerifte, (Bidat işleyenin hiçbir ibadeti kabul olmaz!) buyuruldu. Hoparlörün sesi, insanın sesine çok benziyor ise de, insan sesinin kendisi değildir. Mıknatısin hareket ettirdiği parçalardan hâsıl olan sestir.
Yüksek yere çıkıp ayakta duran insanın sesi değildir. Hoparlörleri minarenin, çatının sağına, soluna, arka tarafına koyarak, sesin Kıbleye doğru çıkmaması da, ayrıca günah olmaktadır. Sesin uzaklara ulaşmasına ve hoparlörün tırmalayıcı, metalik sesine ihtiyaç da yoktur. Çünkü, her mahallede mescid yapmak vacibtir. Her mahallede ezan okunacak, her evden, mahallesinin ezanı işitilecektir. Bundan başka, (Ezân-ı cavk) da câizdir. Birkaç müezzinin, bir ezanı birlikte okumalarına, (Ezân-ı cavk) denir.
Hazin olan insan sesleri uzaklardan işitilmekte, kalplere ve ruhlara tesir etmekte, imanları tazelemektedir. [Müezzin ezanı ve imam efendi kıraeti, cami civarında bulunan ve camideki cemaate işittirecek kadar tabii sesleri ile okur. Uzaklardan işitilmesi için, kendilerini zorlamaları mekruhtur. Hoparlör kullanmağa lüzum olmadığı buradan da anlaşılmaktadır.] Hulasa, hoparlör denilen borudan çıkan ses, ezan değildir. Müezzin efendinin ağzından çıkan ses, (Ezân-ı Muhammedî)dir. (İslâm Ahlâkı s. 247)
Sual: Gayr-i müslimlere mahsus olan şeyleri, bir Müslüman yapınca, imanı gider mi?
Cevap: Müslümanım diyen kimsenin, kâfirlere mahsus şeyleri zaruret olmadan yapmaması ve kullanmaması, kâfir zan olunmaktan çekinmesi lazımdır. Müslümanlar, Müslümanlığa mahsus şeyleri yapmakla, alay olunmasını düşünmemeli. Hürmet duyulacağını düşünmeli ve bu hareketinden şeref duymalıdır. İslam âlimlerinin bildirdiği şeyleri kalbdeki imanla bunun ne alakası var diyerek hafîf görmek caiz değildir. Çünkü, kalbden bütün azaya, organlara yol vardır. İslamiyetin emrettiği işler, iyidir. Yasak ettiği işler, kötüdür. İnsanlar, bugün bunu anlamasalar da, doğrusu budur. İslamiyetin yasak ettiği şeyler yapılınca, kalb kararır, katılaşır. Büyük günahlar çok yapılırsa, iman gidebilir.
Papazların bellerine bağladığı zünnarı beline bağlamak ve puta tapınmak gibi işleri İslamiyet küfür alameti saymıştır. Bir insan, başka bir dine mahsus olan bir işi yapmakla, o dine girmiş olması lazım gelmezse bile, o dine mahsus şeyin kendinde görünmesini kabul etmiş olur. Böylece, kalbindeki imanın sarsılmış olduğu düşünülebilir. İmam-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretleri; “İslamiyete hangi yol ile girilirse yine o yol ile çıkılabilir” buyurmuştur. Buradaki yol, kalbin inanması demektir. Yani, kalbe iman girince, Müslüman olur. Kalbden iman gidince, Müslümanlıktan çıkar buyurmaktadır.
***
Sual: İman etmemenin, iman edip günahlardan sakınmamanın, cezası muhakkak verilecek midir?
Cevap: Hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan Cehenneme gidecektir. Her mümin, nefsini tezkiye için, yani nefsin yaratılışındaki küfrü ve günahları temizlemek için, her zaman çokça “Lâ ilâhe illallah” ve kalbini tasfiye, yani nefisten, şeytandan, kötü arkadaşlardan ve zararlı bozuk kitaplardan gelmiş olan küfürden ve günahlardan kurtulmak için “Estağfirullah” okumalıdır. Ahkâm-ı islâmiyyeye, İslamiyetin bildirdiği hükümlere uyanın duaları muhakkak kabul olur. Namaz kılmayanın, haramlara ehemmiyet vermeyenin ve haram yiyip içenin İslamiyetin hükümlerine uymadığı anlaşılır. Bunların duası kabul olmaz.
***
Sual: Hadesten taharet ne demektir?
Cevap: Hadesten taharet; abdestsiz olanın abdest alması, cünüp olanın da, gusül etmesi demektir.