Sual: Rükü ve secde yapamayan imam olabilir mi? Harfleri doğru çıkaramayanların imama olması câiz midir?
Cevap: İmama uymanın doğru olması için, gerekli olan şartlardan bir kısmı şöyledir:
Rükü ve secde yapamayan, yapana imam olamaz. Nafile kılan, farz kılana imam olamaz.
(Elsağ) olan kimse, elsağ olmayana imam olamaz. Elsağ, sin harfini, se harfi okuyandır. Başka harfleri doğru okuyamayan da, doğru okuyanlara imam olamaz. Böyle kimselerin, harfleri doğru söylemek için, gece gündüz çalışması farzdır. Çalışıp da söyleyemezse, kendi namazı câiz olur. Çalışmazsa, kendi namazları fasit olur. Harfleri doğru okuyan bir imama uyarak cemaat ile kılması mümkün iken, yalnız kılarsa, harfi doğru okumadığı için, namazı yine kabul olmaz. Doğru söyleyemediği harf bulunmayan bir âyet varsa, bunu veya böyle birkaç âyet-i kerimeyi ezberlemesi ve namazlarda, bunları okuması lâzımdır. Doğru okuyabildiği âyet-i kerime var iken, bunu ezberlemeyip, söyleyemediğini okursa, namazı yine kabul olmaz.
Fatihayı her namazda okumak lâzım olduğundan, bunu güzel okumağa çalışması lâzımdır. [Görülüyor ki, bir harf doğru söylenmezse, Kur’ân-ı kerim doğru olmuyor ve namaz kabul olmuyor. Radyo ve hoparlör ile iletilen seslerde, harfler doğru çıkmadığı için, bunlarla Kur’ân-ı kerim okumak, dinlemek ve namaz kılmak doğru olmaz, kabul olmaz. Suç olur. Günah olur.] (Tam İlmihal s. 253)
***
Sual: Ticaret malı veya toprak mahsulü olsun zekâtı verilmeyen mallar, paralar, mahşer günü, sahiplerine azap olarak yüklenecektir deniyor, bu doğru mudur?
Cevap: Zekât vermek, Kur’ân-ı kerimin 32 yerinde, namazla birlikte emredilmektedir. Tövbe suresinin 34. âyet-i kerimesinde meâlen;
(Malı, parayı biriktirip zekâtını, Müslüman fakirlerine vermeyenlere çok acı azabı müjdele!) buyurulmuştur.
Kıyamet gününe ve Cehennem azabına inanan zenginlerin, mallarının zekâtını, tarla mahsullerinin, meyvelerin uşrunu vererek, bu azaplardan kurtulmaları lazımdır. Hadis-i şerifte;
(Zekât vererek, malınızı zarardan koruyunuz!) buyuruluyor.
Tefsîr-i Mugnîde buyuruluyor ki:
“Kur’ân-ı kerimde üç şey, üç şeyle beraber bildirildi. Bunlardan biri yapılmazsa, ikincisi kabul olmaz. Peygambere itaat edilmedikçe, Allahü teâlâya itaat edilmiş olmaz. Anaya, babaya şükredilmedikçe, Allahü teâlâya şükredilmiş olmaz. Malın zekâtı verilmedikçe, namazlar kabul olmaz.”
İmâm-ı Gazâlî hazretleri, mahşer gününü anlatırken buyuruyor ki:
“İnsanlardan her biri, dünyada sımsıkı sakladıkları malı boyunlarına geçirmişlerdir. Deve zekâtını vermeyenlerin, boynuna deve yüklenir. Öyle bağırır ve ağırlaşır ki, büyük dağlar gibi olur. Sığır, koyun zekâtı vermeyenler de, böyle olur. Bunların feryatları âdeta gök gürlemesi gibidir.
Ekin zekâtını, yani uşrunu vermeyenlerin boynuna ekin denkleri yüklenir ki, dünyada hangi cins ekinin zekâtını vermemiş ise, o cinsten, o denkler dolmuştur. Eğer buğday ise buğday, arpa ise arpa dolmuştur ki, ağırlığından altında ‘vâveylâ’, ‘vâseburâ’ diye bağırır. Altın, gümüş ve kâğıt para ve sair ticaret malı zekâtından vermeyenler de, dehşetli bir yılanı yüklenirler. Boynu ile halkalanmış, boynu üzerinde yüklenmiş, hatta değirmen taşlarını yüklenmiş kadar ağırlığı vardır. Bu hâldeyken feryat ederler ve;
-Bu nedir, derler. Melekler de onlara;
-Bunlar, dünyada zekâtını vermediğiniz mallarınızdır derler. İşte bu dehşetli hal, Âl-i îmrân sûresinin 180. âyet-i kerimesinde meâlen;
(Dünyâda esirgedikleri, kıyamet günü boyunlarına takılır) buyurularak bildirilmiştir.”
Bunun için zengin olan her Müslümanın, elindeki malının zekâtını seve seve ve İslamiyetin emrettiği kimselere vermesi lazımdır.