Cevap: Bu konuda Merâkıl-felâhtaki hadis-i şerifte;
(Ayı görünce oruç tutunuz! Tekrar görünce, orucu bırakınız!) buyuruldu. Bu emre göre, ramazan ayı, hilâlin yani yeni ayın görülmesi ile başlar. Hilâli görmeden önce yapılan hesap ve takvim ile başlamanın caiz olmadığını, İbni Âbidîn, Eşi'at-ül-leme'ât ve Ni'met-i islâm sahipleri bildirmişlerdir. Şaban ayının otuzuncu gecesi, güneş gurub edince, batınca, hilâli aramak ve görünce gidip kadıya haber vermek, vâcib-i kifâyedir.
Ramazan ayının girmiş olması için şabanın 29. günü, gurub vaktinde hilâli, yani gökte yeni ayı aramak ve ayı görmek, eğer görülmezse, şaban ayını otuz güne tamamlamak lazımdır. Şabanın otuzuncu günü öğle namazı zamanına kadar oruç tutup, o gün ramazan olduğu ilan edilmezse, orucu bozmak lazım olur. Bozmayıp oruca devam etmek tahrimen mekruhtur. Ramazana, hilâli görmeden başlayıp, 29. gecesi bayram hilâli görülürse, şaban rüyet ile başlamış ise, bayramdan sonra bir gün kaza edilir. Rüyet ile başlamamış ise, iki gün kaza tutulacağı Hindiyye ve Kâdîhânda yazılıdır.
Bulutlu havada hilâli bir adil Müslüman kadın veya erkeğin gördüm demesi ile, açık havada ise, birçok kimsenin şahadet etmesi, söylemesi ile, kadı, ramazan olduğunu ilan eder. Kadı bulunmayan yerlerde, hilâlin bir adilin gördüm demesi ile ramazan olur. İki adilin gördüm demeleri ile bayram olur. Adil demek, büyük günah işlemeyen ve küçük günaha alışık olmayan demektir. Adaleti şüpheli olanın da sözü kabul olunur. Ramazana ve bayrama takvim ve hesap ile başlamak caiz olmadığı Fetâvâ-ı Hindiyyede de yazılıdır. Hadîkada deniyor ki:
“Bidat sahibi olan yani yetmişiki fırkanın hepsi, Ehl-i kıble oldukları hâlde, adil değildirler.” Dürr-ül-muhtârda şahitliği anlatırken deniyor ki:
“Müslümanı kötülemek günahtır. Adaleti yok eder. Şahitliği kabul olmaz.”
Bunun için, ramazanın, bayramın ve hac zamanının gelmesini ve iftar ve namaz vakitlerini anlamakta ve bütün din işlerinde, mezhebsizlerin sözlerine uymak caiz değildir.
Şabanın otuzuncu gecesi, bir şehirde hilâl görülünce, bütün dünyada oruca başlamak lazım olur.
***
Sual: İmanın doğru olması için Allahü teâlânın Kelâm ve Tekvîn sıfatlarını nasıl anlamak gerekir?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cild 266. mektupta buyuruyor ki: Allahü teâlânın sıfât-ı sübûtiyyesinden biri, Kelâm sıfatıdır. (Kelâm sıfatı), yani söylemesi de, bir basit kelimedir ki, ezelden ebede kadar, hep o bir kelâm ile söyleyicidir. Bütün emirler, bütün yasaklar, bütün bildirilen şeyler, bütün sualler, bütün dilekler, hep o bir kelâmdır. Gönderdiği bütün kitaplar ve sahifeler, hep o bir basit kelâmdandır. Tevrat ondan meydana gelmiş, Kur’ân-ı kerim, ondan nâzil olmuş, inmiştir.
Allahü teâlânın [Sıfât-ı sübûtiyyesinden biri, (Tekvîn) sıfatıdır. Yani yaratıcıdır]. Bütün yarattıkları, yaptıkları da, bir fiil, bir yapıştır ki, ilk yarattığından, sonsuza kadar yaratmaları, hep o bir fiil ile var olmaktadır. (Bir göz kırpacak zamanda her şeyi yaptık) mealindeki âyet-i kerime, bunu gösteriyor. Hayat vermesi ve öldürmesi, hep o bir fiil iledir. Yaratması ve yok etmesi de o fiildendir. Fiilinde de çeşitli bağlantılar yoktur. Bir tealluk ile ilk ve sonradaki her şeyi kendi zamanlarında yaratıyor. Akıl, onun fiilini [işini] anlayamayacağı gibi, fiilin bağlanmalarına da erememektedir. Aklın oraya yolu yoktur.
Ehl-i sünnet âlimlerinden, Ebül-Hasen-i Eş’arî bile, Allahü teâlânın fiilini anlayamayarak, tekvîn sıfatına, yani yaratmasına sonradan olma hâdisdir, dedi. Yani her şeyi yapması, yaptığı zaman meydana geliyor dedi. Hâlbuki, her zaman yapılan işler, ezeldeki fiilin eserleri, meydana çıkmalarıdır. Yoksa, filinin kendisi değildir. Tasavvuf büyüklerinden, fiillerini görüyoruz, yani Tecellî-i ef’âle kavuştuk diyenler de, böyle yanılıyor. Her şeyde, Allahü teâlânın fiilini görüyoruz sanıyorlar. Hâlbuki, o tecelliler, görünenler, fiilin kendisi değil, eserleridir. Zira, Allahü teâlâ, görülemediği gibi, fiili de görünmez, his olunamaz, düşünülemez ve akıl ile anlaşılamaz. Onun fiili de, bütün sıfatları da kadîmdir. Sonradan olma değildirler. Kendisi ile hep vardırlar. Onun fiiline (Tekvîn) denir, mahlukat aynasına yerleşmez ve görülmez. (Mektûbât Tercemesi s. 353)