Cevap: Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“İnsanın muhtaç olduğu şeyleri zaruret miktarı kullanması ve bunları elde etmek için çalışması, dünyaya gönül bağlamak olmaz. İhtiyaçtan fazla ve faydasız şeyler, dünyadır. Bunların da, Allahü teâlânın rızasına uygun olarak elde edilmeleri ve sarf edilmeleri dünya olmaz. Riyazet çekmenin ve mubahları zaruret miktarı kullanmanın, büyük bir faydası da, kıyamet günü hesabın kısa ve kolay olmasıdır. Ahiretteki derecelerin yükselmesine de sebep olur. Dünyada ne kadar sıkıntı çekilirse, ahirette o kadar çok rahatlık olacaktır. Peygamberler, bu bakımdan da, riyazat ve mücahedat çekmişlerdir. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, riyazet çekmek ve mubahları zaruret olduğu kadar kazanıp kullanmak, ictibâ, seçilmişlerin yolunda şart olmamakla beraber, bunlar iyi ve faydalı şeylerdir. Faydalarının çokluğu düşünülünce zaruri ve lazım da diyebiliriz.”
***
Sual: Din kitaplarında sıkıntılı zamanlarda, nelerin okunması tavsiye edilmiştir?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında;
“Zahir işlerin bozuk ve dağınık olması, kalbin de dağılmasına yol açar. Kalbinizde üzüntü ve kuruntu olunca, gidermek için tövbe ve istiğfar okuyunuz! Korkulu zamanlarda, Kelime-i temcîd, yani (Lâ avle velâ kuvvete illâ billâhil'aliyyil'azîm) okuyunuz!” buyurmaktadır.
Muhammed Ma'sûm hazretleri de, Mektûbât kitabında;
“Dertlerden kurtulmak ve murada kavuşmak için beş yüz kerre (Lâ havle velâ kuvvete illâ billah...) ile evvelinde ve ahirinde yüzer defa salevât-ı şerife okuyup dua etmelidir” buyuruyor.
Mu'avvi-zeteyn yani iki Kul-e'ûzüyü çok okumak da faydalıdır. Tefsîr-i Mazherîde, Enbiyâ suresinin 87. ayetinin tefsirinde, hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Birinize dert ve bela gelince, Yunus Peygamberin duasını okusun! Allahü teâlâ Onu muhakkak kurtarır. Dua şudur: Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minez-zâlimîn.)
Tergîb-üs-salâttaki hadis-i şerifte;
(Sabah, kalkınca, üç kerre "Bismillâhillezî lâ-yedurru ma'asmihî şey'ün fil-erdı velâ fissemâi ve hüves-semî'ul'alîm" okuyana akşama kadar, hiç dert, bela gelmez) buyuruldu.
***
Sual: Yetmişiki bid’at ehli, akıl ile dini ve felsefeyi bir mi tutmaktadırlar? Bunlar yunan filozoflarının tesirleri altında mı kalmışlardır?
Cevap: İmâm-ı Muhammed Gazâlî “rahime-hullahü teâlâ” hem tasavvufu, hem de metafiziği incelemiş, (El-münkız) ve (Et-tehâfütül-felâsife) kitaplarında, felsefecilerin yalnız akla dayandıklarını, çok yanıldıklarını, tasavvufçuların ise, yalnız âyet-i kerimlere ve hadîs-i şeriflere tâbi olarak hakiki imana ve ebedî saadete kavuştuklarını bildirmiştir. Müslüman oldukları bildirilen, yetmişiki bid’at ehlinin felsefelerini incelemiş, bunların yunan filozoflarının tesirleri altında kaldıklarını görmüştür.
(Bid’at ehli) denilen Müslümanların akidelerinin hakikate, yani Kur’ân-ı kerime ve hadîs-i şeriflere uygun olmadığı görülür. Bunların yunan felsefesinden almış oldukları parçalara, 21. asırda artık itibar edilmemektedir. Bid’at sâhibi Müslümanların akideleri birbiri ile kıyas edilecek olursa, görülür ki, Allahü teâlânın birliği, büyüklüğü, her şeyin Ondan geldiği, Onun her şeye hâkim, kâdir olması, İslâm dininin en hakiki ve en son din olması, Kur’ân-ı kerimin Allah kelâmı oluşu ve Muhammed “aleyhisselâm”ın Onun son Peygamberi bulunması hususunda hepsi ittifaklıdır. Hepsi bunları bildirmektedirler. İnsanı, Hristiyanlar gibi, (günahkâr) değil, kudsi bir varlık sayarlar. Bunun için, yetmişiki bid’at fırkasının hepsi mümindir, Müslümandır. Böyle olmakla beraber, akıl ile dini ve felsefeyi bir tutmaktadırlar. Bunun için, imanlarında farklılıklar vardır.
Muhtelif felsefelere bağlı oldukları için, aralarında manasız ayrılıklar, mücadeleler baş göstermiştir. Bunların hangisinin haklı olduğu ancak ilim ile ve hadîs-i şerifler ile karşılaştırmakla ortaya çıkar, yoksa zor kullanarak, birbirine düşman olarak, birbirini bozuk sayarak değil! (Herkese Lâzım Olan Îmân s. 458)