Cevap: Kimseye suizan etmemeli sözü yanlıştır. Bunun doğrusu Müslümana suizan etmemelidir. Yani, Müslüman olduğunu söyleyen ve küfre sebep olan bir sözde ve işte bulunmayan kimsenin bir sözünden veya işinden hem imanı olduğu, hem de imansız olduğu anlaşılırsa, imanı olduğunu anlamalı, dinden çıktı dememelidir. Fakat bir kimse, dini yıkmaya, gençleri kâfir yapmaya uğraşır veya haramlardan birinin iyi olduğunu söyleyerek bunun yayılması, herkesin yapması için uğraşırsa, yahut Allahü teâlânın emirlerinden birinin gericilik, zararlı olduğunu söylerse, buna kâfir denir. Müslüman olduğunu söyler, namaz kılar, hacca giderse, zındık denir. Müslümanları aldatan böyle iki yüzlüleri Müslüman sanmak, ahmaklık olur.
***
Sual: Din kitaplarında dünya kötülenmektedir. Kötülenen dünyadan maksat, bu içinde yaşadığımız dünya mıdır yoksa başka bir şey midir?
Cevap: Dünya, ednâ kelimesinin müennesidir. Yani, ism-i tafdîldir. Mastarı, dünüv veya denâettir. Birinci mastardan gelince, çok yakın demektir.
(Biz en yakın olan göğü, çırağlarla süsledik) âyet-i kerimesindeki dünya kelimesi böyledir. Bazı yerde de, ikinci mana ile kullanılmıştır. Mesela;
(Deni, alçak şeyler melundur) hadis-i şerifinde böyledir. Yani (Dünya melundur) demektir. Alçak şeyler, Cenab-ı Hakkın yasak ettiği şeylerdir ki bunlar haramlar ve mekruhlardır. Şu hâlde, Kur’ân-ı kerimde, kötü denilen dünya, haramlar ve mekruhlardır. Mal kötülenmemiştir. Çünkü, Cenâb-ı Hak mala 'hayır' adını vermektedir. Bunu ispat eden vesika, bütün mahlukların ve insanlığın üstünlükte ikincisi olan İbrahim alehisselamın malıdır. Yalnız yarım milyonu sığır olmak üzere, davarları, ova ve vadileri dolduruyordu. Görülüyor ki, İslamiyet dünya malını kötülememektedir. İbrahim aleyhisselamın bu kadar zengin olması, bu sözü ispat etmektedir.
***
Sual: Akmakta olan su, her zaman temiz mi demektir?
Cevap: Necaset eseri görülünceye kadar, akan su temiz olur.
***
Sual: Allahü teâlânın yani bir yaratıcının var olduğunu kısaca nasıl anlayabiliriz?
Cevap: Ulemâ-i meşhûreden şeyh Muhammed Rebhâmî, (Riyâd-ün-nâsıhîn) sahife 15.de diyor ki: (Zâd-ül-mukvîn) kitabında diyor ki, Rûm kayseri, yedinci Abbâsî halifesi Me’mûn bin Hârûna bir haberci gönderdi. Bunun yanında, heybetli, kendini beğenmiş biri vardı. Haberci, halifeye, (Bu adam dinsiz, kâfirdir. Bir yaratıcı olduğuna inanmıyor. Rum papazları buna cevap veremedi. İslâm âlimleri bunu susturursa, milyonlarca Hristiyanı ve Müslümanı sevindirecektir) dedi.
Bağdat âlimleri, buna ancak Ahmed Nîşâpûrî cevap verir, dediler. Halife sarayda, belli gün ve saatte âlimlerin toplanmasını emir etti. Nîşâpûrî meclise geç geldi ve (yolda, acayip, şaşılacak bir şey gördüm. Onu seyredince, buraya geç kaldım. Dicle kenarında gemi bekliyordum. Yerden büyük bir ağaç çıktı. Sonra yıkıldı, parçalandı. Tahtalar hâsıl oldu. Sonra tahtalar birleşerek, bir gemi oldu. Gemici olmadan, suda hareket etti) dedi. Rum kâfiri bu sözleri işitince, yerinden fırladı ve (bu adam deli olmuş. Hiç böyle şey olur mu? Böyle söyleyen, yalancıdır ve buna aklı olmayanlar inanır) dedi.
Nîşâpûrî, söze karışarak, (Bunlar, kendi kendine olamayınca, yer yüzündeki şaşılacak şeyler, kendi kendilerine nasıl var olur? Bunları yaratan biri olmadığını söyleyen daha ahmak ve alçak olmaz mı?) dedi. Kâfir, (Her şeyin bir yaratıcısı olduğunu şimdi anladım ve buna inandım) diyerek LÂ İLÂHE İLLALLAH diyerek Müslüman oldu. Böyle bir hâdisenin, imâm-ı Gazâlî zamanında da vaki olduğu rivayet edilmektedir. Halife Me’mûn, hicretin 218.ci senesinde vefat etti. (Tam İlmihal s. 1058)
Nîşâpûrî, söze karışarak, (Bunlar, kendi kendine olamayınca, yer yüzündeki şaşılacak şeyler, kendi kendilerine nasıl var olur? Bunları yaratan biri olmadığını söyleyen daha ahmak ve alçak olmaz mı?) dedi. Kâfir, (Her şeyin bir yaratıcısı olduğunu şimdi anladım ve buna inandım) diyerek LÂ İLÂHE İLLALLAH diyerek Müslüman oldu. Böyle bir hâdisenin, imâm-ı Gazâlî zamanında da vaki olduğu rivayet edilmektedir. Halife Me’mûn, hicretin 218.ci senesinde vefat etti. (Tam İlmihal s. 1058)