Cevap: Hindistan’ın büyük âlimlerinden Ahmed Rızâ hân Berilevî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fetâvel-Haremeyn) ismindeki fetva kitabında buyuruyor ki:
Dinde zaruri olan şeylerden birine inanmayan kâfir olur. Bunun kâfir olduğunda ve Cehennemde sonsuz azab çekeceğinde şüphe eden de kâfir olur. Bunun kâfir olacağı, (Bezzâziyye) ve (Dürr-ül-muhtâr) ve Kâdı İyâdın (Şifâ) ve İmâm-ı Nevevînin (Ravda) ve İbn-i Hacer-i Mekkînin (el-A’lâm) kitaplarında açıkça bildirilmiştir “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. Bir Hristiyan’ı, bir Yahudi’yi ve din-i İslâmdan ayrılanlardan birini kâfir kabul etmeyen kimsenin kâfir olacağında şüphe eden kimsenin de kâfir olacağını, İslâm âlimleri söz birliği ile bildirdiler. Bu söz birliği adı geçen kitaplarda yazılıdır. Kâfir olmasında şüphe eden de kâfir olunca, onu Müslüman bilenin nasıl olacağını ve hele, onu İslâm âlimlerini öven kelimelerle methedenin nasıl olacağını düşünmelidir. Bu sözümüzden, böyle kimseleri İslâm âlimi sananların ve bunların küfür saçan sözlerini, yazılarını övenlerin, yayanların, kâfir olacaklarını iyi anlamalıdır. Övmek, yaymağa çalışmak ve reklâmını yapmak, razı olmağı, beğenmeği gösterir. Küfre rıza, küfür olur. Küfre rıza demek, kâfirin küfür üzere kalmasını istemek değildir. Onun küfrünü beğenmek demektir. (Fâideli Bilgiler s. 421)
Hadîs-i şerifte, (Kişi, sevdiği ile beraberdir) buyuruldu. İmâm-ı Ali’nin ve başkalarının bildirdikleri hadîs-i şerifte, (Yemin ederim ki, Allahü teâlâ, insanı sevdikleri ile beraber haşr edecektir) buyuruldu. Taberânînin bildirdiği hadîs-i şerifte, (Allahü teâlâ, insanı sevdiklerinin arasında haşr edecektir) buyuruldu. Ebû Dâvüdün ve Tirmüzînin, Ebû Hüreyreden bildirdikleri hadîs-i şerifte, (İnsanın dini, arkadaşının dini gibidir. Herkes, kiminle arkadaşlık ettiğine baksın!) buyuruldu. (Fâideli Bilgiler s. 429)
***
Sual: Bazı kimseler “Cebrâil aleyhisselâmın ve meleklerin ve cinnin ve şeytanların ve göklerin ve mirac mucizesinin ve Cennetin ve Cehennemin var oldukları ve bedenlerin tekrar dirilecekleri doğrudur” diyorlar. Fakat, bunları bildiren âyet-i kerimelere, uydurma manalar veriyorlar. Âdetlerin ve fizik kanunlarının dışında bir şey var olamaz diyorlar. Böylece, Allahü teâlânın, tabiat kanunları dışında birçok şeyler yaratacağını inkâr ediyorlar. Mucizelere inanmıyorlar. Bunlara, tabiatta gördükleri, öğrendikleri şeylere göre, mana veriyorlar. Allahın dinini yaymak için yapılan cihatta, kâfirlerden alınan esîrlerin köle olarak kullanılması haramdır, zulümdür. Vahşîlerin yaptığı şeydir, diyorlar. Bütün dinlerde bildirilmiş olan bu işi, Allah emir etmemiştir, diyorlar. Tefsir kitaplarının ve hadîs kitaplarının hiçbirine inanmıyorlar. Bunların içindekilerin hepsini âlimler uydurmuştur, diyorlar. Elimizde doğru olarak yalnız Kur’ân var. Biz Kur’âna yeni bilgilerimize göre mana veririz. İlk Müslümanların anladıklarına ve onlardan bize ulaşanlara inanmayız diyorlar. Böyle söyleyenlere (Müslüman) ve (Ehl-i kıble) denir mi? Müslüman olduklarını bildiriyor ve (Kelime-i şehadet) söylüyorlar ve kıbleye karşı namaz kılıyorlar. Hatta, hakiki Müslüman kendilerinin olduğunu ve hâlis İslâm dininin de onların söyledikleri gibi olduğunu iddia ediyorlar. Bunlara Müslüman mı diyeceğiz, kâfir mi diyeceğiz? Söylediklerine yanlış, bozuk mu diyeceğiz?
Cevap: Hindistan’ın büyük âlimlerinden Ahmed Rızâ hân Berilevî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fetâvel-Haremeyn) ismindeki fetva kitabında buyuruyor ki:
Hiç öyle değildir. Vallahi, bunların Müslümanlıkla hiç ilgileri yoktur. Bunlar, İngilizlerin beslediği İslâm düşmanlarıdır. Kâfirlerin, mürtedlerin en kötüleridirler. Çünkü bunlar, dinde zaruri olarak bilinen şeyleri inkâr ediyorlar. Bunların kelime-i şehadet söylemeleri ve Kâbe’nin kıble olduğunu söylemeleri, (Mümin) olduklarını ve Ehl-i kıble olduklarını göstermez. Zaruri olan, açık, meydanda olan din bilgilerini değiştirmeğe, âlimlerin hiç biri ve itikat ve fıkıh kitaplarının hiç biri izin vermemiştir. (Fâideli Bilgiler s. 420)