Cevap: Suda yaşayan balık, yengeç, su kurbağası, suda ölünce, bu su ile abdest ve gusül almak caizdir. Toprak kurbağası ve yılanından, akıcı kanı olmayanları da, suda ölünce, abdest ve gusül caiz olur. Bütün bunlar, sudan çıkarılıp, ölünce, ölüleri suya düşerse, yine caiz olur. Kurbağa, suda parçalanırsa, yine caiz olur. Fakat içilmez. Çünkü, eti haramdır. Ördek, kaz gibi karada doğup, suda yaşayan hayvan ölünce, küçük havuz, necis, pis olur.
***
Sual: Ağaçlardan damlayan ve meyvelerinden sıkılarak elde edilen sular temiz midir ve bunlarla abdest alınabilir mi?
Cevap: Ağaçtan, ottan, meyveden, asmadan çıkan, damlayan su temizdir. Fakat bunlar ile ve bunları sıkarak çıkarılan sular ile abdest ve gusül caiz değildir.
***
Sual: Namaz vakti daralmış ve abdesti olmayan kimse, yolda rastladığı su birikintisi ile abdest alabilir mi?
Cevap: Yolda rastlanan bir suyun temiz olduğu iyi bilinir veya temiz olduğu çok zan edilirse, bununla abdest alınır. Hatta, su az ise, buna necaset karıştığı iyi bilinmedikçe, bununla abdest alınır ve gusül edilir. Teyemmüm edilmez. Çünkü, her suyun aslı temizdir, zan ile pis olmaz.
***
Sual: Yırtıcı hayvanların, domuz ve köpeğin içtiği suyun artanı ile abdest alınabilir mi?
Cevap: Domuzun, köpeğin ve yırtıcı hayvanların ve henüz fare yiyen kedinin artıkları, etleri ve sütleri kaba necasettir. Bunları yemek, içmek haramdır. Artıklarını abdestte, gusülde ve temizlikte kullanmak caiz değildir. İlaç olarak da kullanılmaz.
***
Sual: Küçük çocuğun elini soktuğu kovadaki su ile abdest almanın mahzuru olur mu?
Cevap: Küçük çocuğun elini suya sokması, kedinin artığı gibidir. Yani, eli temiz olduğu bilinmiyorsa, bu su ile abdest almak veya içmek, tenzihen mekruh olur.
***
Sual: Kitaplarda akıcı su tabiri geçiyor, bunun bir ölçüsü var mıdır?
Cevap: Saman çöpünü sürükleyen suya, akıcı su denir.
***
Sual: Herhangi birisinin suyunu çalan bir kimse, bu çaldığı, su ile abdest alabilir mi?
Cevap: Gasbedilen, çalınan su ile alınan abdest sahih ise de, haramdır.
***
Sual: Müslümanın papaz kıyafeti giymesinin hükmü nedir?
Cevap: Papazların ibadetlerine mahsus şeyi kullanmak küfür olur. Buna Küfr-i hükmi denir.
***
Sual: (Herkes Kur’ân ve hadîs okumalı, dinini bunlardan kendi anlamalı, mezhep kitaplarını okumamalıdır) diyenler var. Böyle yapmak, bunlara uymak doğru mudur?
Cevap: Kalbin, ruhun hastalığı, herkeste başkadır ve herkesin (İdiosynkrasie=Überempfindlichkeit gegen bestimmte Reize) denilen hassasiyeti, istidadı ayrıdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yalnız kalbin hastalıklarını ve tedavisini bildirmekle kalmamış, fertlere, ailelere, cemiyetlere, harplere, miras hesaplarına, yani her çeşit dünya ve ahiret işlerine ait yüzbinlerle bilgiyi söylemiştir. Kendi hastalığını ve kalbinin ilâcını bilmeyen bizim gibi cahillerin, bu hadîs-i şeriflerden kendine uygun olanları seçip alması imkânsız gibidir. İkinci cild, 54. cü mektupta diyor ki, (Şimdi hadisler unutuldu. Bid’atler yayıldı. Doğru ve eğri kitaplar birbirine karıştı.)
Evliya, kalp, ruh mütehassısları olup, herkesin bünyesine ve hastalığına ve zamanının zulmetine ve fesadına uygun ruh ilaçlarını, hadîs-i şeriflerden seçerek söylemişler ve yazmışlardır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, dünya eczahanesine yüzbinlerce ilaç hazırlayan baş tabip olup, Evliya da, bu hazır ilaçları, hastaların dertlerine göre dağıtan, emrindeki yardımcı tabipler gibidir. Hastalığımızı bilemediğimiz, ilaçları tanımadığımız için, yüzbinlerce hadîs içinden, kendimize ilaç aramağa kalkarsak, (Allergie) aks-i tesir hâsıl olarak, cahilliğimizin cezasını çeker, fayda yerine zarar görürüz. İşte bunun için, hadîs-i şerifte, (Kur’ân-ı kerimi kendi anladığına göre tefsir eden kâfir olur) buyuruldu.
Mezhepsizler, bu inceliği anlayamadıkları için, (Herkes Kur’ân ve hadîs okumalı, dinini bunlardan kendi anlamalı, mezhep kitaplarını okumamalıdır) diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarının okunmasını yasak ediyorlar. Bütün Müslümanları felâkete sürüklüyorlar. Fârisî (Redd-i vehhâbî) kitabı, mezhepsizlerin bu iftiralarına, çok güzel cevap vermektedir. İmâm-ı Rabbânî de, ikinci cildin, 97. ci mektubunda, cevap vermektedir.
Veli demek, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmuş olan, Ehl-i sünnet âlimi demektir. (Ehl-i sünnet) demek, Kur’ân-ı kerimin ve hadîs-i şeriflerin gösterdiği yol demektir. Ehl-i sünnet âlimleri, bu yolu Eshâb-ı kiramdan öğrendiler. Kendi anladıklarına değil, Eshâb-ı kiramdan işittiklerine sarıldılar. Ehl-i sünnetten ayrılmak, Kur’ân-ı kerimin ve hadîs-i şeriflerin doğru yolundan ayrılmak olur. Ehl-i sünnetten ayrılanlar arasında, Kur’ân-ı kerimdeki ve mütevâtir olan hadîs-i şeriflerdeki açıkça anlaşılamayan delilleri yanlış tevil edenler, kâfir olmazlar ise de, bid’at sahibi oluyorlar. Bu delillerden çıkardıkları yanlış ve bozuk bilgilere, (Kur’ân yolu), (Eshâb yolu) diyerek, ahmakları, cahilleri aldatıyorlar. (Tam İlmihal s. 1054)