Cevap: Aklı olan kimse, Peygamberi “aleyhissalevâtü vetteslîmât” inkâr etmez. Hemen iman eder. Aklına uymayıp, nefsine, şehvetlerine uyar, başkasına aldanır ise, inkâr eder. Muhammed aleyhisselâmın amcası olan Ebû Tâlib, Onu, kendi öz çocuklarından daha çok sevdiğini, her vesile ile izhar etmiş ve Onu medh için kasideler yazmıştır. Muhammed aleyhisselâmın, onun ölüm döşeği yanına gelip, iman etmesi için, çok yalvardığı hâlde, ananesinden ayrılmamak için, iman etmekten mahrum kaldığı, tarihlerde uzun yazılıdır. Ananeye, modaya uymak hastalığı, nefislerimizin tuzaklarından biridir. Çok kimse, kendi nefslerinin bu tuzaklarına düşerek, büyük saadetlerden, kazançlardan mahrum kalmışlardır.
Bunun içindir ki, bir hadîs-i kutside, Allahü teâlâ, (Nefislerinizi, kendinize düşman biliniz! Çünkü, nefisleriniz, bana düşmandırlar!) buyurdu. Hristiyan doğmuş, Hristiyan terbiyesi almış [daha doğrusu, beyni yıkanarak aşırı aldatılmış] bir kimse, kolay kolay bu tesirden kurtulamaz. Sonra, arkadaşlarının kendisini, eğer dinini değiştirecek olursa, hor görmesi, ailesinin kendisinden uzaklaşması bahis konusu olabilir. Fakat, bütün bunlar, birer sebep olmakla beraber, en büyük noksanlardan birinin de, son zamanlarda Müslümanların kendi temiz, mantıkî dinlerini bilmemeleridir.
Bazı din cahillerinin ve yetmişiki bid’at fırkasından birine kaymış olan sapıkların, İslâmiyet hakkında yanlış verdiği bilgiler, bozuk tefsirler ve fen yobazlarının, fen perdesi altındaki, inkârcı yazıları ve iftiraları, Müslüman olmayanlar üzerinde çok fena tesir yapmakta, onları bu tertemiz, berrak, mantıkî ve insani hak dinden soğutmaktadır. Hakiki Müslümanlar arasına karışmış olan yetmişiki bid’at ehlini bir yana bırakırsak, bundan bir asır evvel, İslâmiyet ile Hristiyanlığı tam tarafsız ve ilmî vesikalara bağlı bir tarzda karşılaştırmış olan Harputlu İshak efendi gibi Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” çok zuhur etmiştir. Ne yazık ki, bunların eserleri, yabancı dillere çevrilmemiş, başka din mensupları, onların kitaplarını okuyamamıştır. Harputlu İshak Efendinin yazmış olduğu (Diyâ-ul kulûb) kitabının Türkçe ve İngilizce tercümesi, Hakîkat Kitâbevi tarafından bastırılmıştır. Bugünkü İncillerin tahrif edildiğini ve Hristiyanlığın nesh edildiğini ispat etmektedir. (Herkese Lâzım Olan Îmân s. 465)
***
Sual: Cehennem ateşinde sonsuz olarak yanmamak için ne yapmak gerekir?
Cevap: İmanı olmayan kimsenin, sonsuz olarak Cehennem ateşinde yanacağını Peygamber efendimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” haber verdi. Bu haber elbette doğrudur. Buna inanmak, Allahü teâlânın var olduğuna, bir olduğuna inanmak gibi lâzımdır. Sonsuz olarak ateşte yanmak ne demektir? Herhangi bir insan, sonsuz olarak ateşte yanmak felâketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması lâzım gelir. Bu korkunç felaketten kurtulmak çaresini arar. Bunun çaresi ise çok kolaydır. (Allahü teâlânın var ve bir olduğuna ve Muhammed aleyhisselâmın Onun son Peygamberi olduğuna ve Onun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak) insanı bu sonsuz felaketten kurtarmaktadır.
Bir kimse, ben bu sonsuz yanmaya inanmıyorum, bunun için böyle bir felaketten korkmuyorum, bu felaketten kurtulmak çaresini aramıyorum derse, buna deriz ki, (İnanmamak için elinde senedin vesikan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana mâni’ oluyor?) Elbet vesika gösteremeyecektir. Senedi, vesikası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve ihtimâl denir. Milyonda, milyarda bir ihtimâli olsa da, (sonsuz olarak ateşte yanmak) korkunç felâketinden sakınmak lâzım olmaz mı? Az bir aklı olan kimse bile, böyle felaketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak ihtimâlinden kurtulmak çaresini aramaz mı? Görülüyor ki, her akıl sâhibinin iman etmesi lâzımdır. İman etmek için vergi vermek, mal ödemek, yük taşımak, ibadet zahmeti çekmek, zevkli, tatlı şeylerden kaçınmak gibi sıkıntılara katlanmak lâzım değildir. Yalnız kalp ile, ihlâs ile, samimi olarak inanmak kâfidir. Bu inancını inanmayanlara bildirmek de şart değildir.
Sonsuz ateşte yanmaya inanmayanın buna çok az da bir ihtimâl vermesi, zan etmesi akıl icabıdır, insanlık icabıdır. Sonsuz olarak ateşte yanmak ihtimâli karşısında, bunun yegâne ve katî çaresi olan (ÎMÂN) nimetinden kaçınmak, ahmaklık, hem de çok büyük şaşkınlık olmaz mı? (Herkese Lâzım Olan Îmân s. 467)