Cevap: İngilizlerle Yahudiler, yalanlarla, iftiralarla ve para, mevki vaat ederek, Müslüman evlatlarını aldatıp, Osmanlı İslâm devletini yıktılar. Gençler arasına dinsizlik modasını yaydılar. Kadınların, kızların açık gezmelerine, fuhşa, içkiye, ahlâksızlığa, dinsizliğe, ilericilik dediler. İslâm âlimlerini, İslâm bilgilerini yok ettiler. İngiliz casusları, masonlar din adamı şekline girerek, İslâmın güzel ahlâkını, ibadetleri bozdular. İslâmiyet gitti. Yalnız adı kaldı. İttihatçılar zamanında, kanun yapanlar, beyler, paşalar da, İslâm düşmanı oldu. İslâmı yıkıcı kanunlar çıkardılar. Dine, imana bağlılık, suç oldu.
Bir çok Müslümanı astılar, kestiler, Dinin emirlerini yaymağa, haramlardan sakınmağa bölücülük denildi. Emr-i ma’rûf yapanlara, yani İslâmiyeti doğru olarak söyleyenlere, yazanlara rejim düşmanı denildi. Elhamdülillah! Hıristiyanların, bu hücumları şimdi kalmadı. Aziz yurdumuzda, İslâm güneşi yeniden parlıyor. Düşmanların yalanları, hıyanetleri meydana çıktı. Hakiki din bilgileri serbestçe yazılıyor. Şimdi her Müslümanın bu hürriyete şükür etmesi, ecdadımızın, uğrunda canlarını feda ettikleri, mukaddes dinimizi, doğru olarak öğrenmeğe çalışması lâzımdır. Evlatlarımıza, dinimizi öğretmezsek, İslâmiyete uymağa alıştırmazsak, pusuda bekleyen düşmanlar ve bunlara satılmış olan ahmaklar, tekrar hücum ederek, yavrularımızı aldatacaklardır. Bütün Avrupa, Amerika milletleri, öldükten sonra, tekrar dirilmeğe, Cennetin, Cehennemin var olduğuna inanıyor. Kiliseleri, havraları, her hafta dolup taşıyor.
Mekteplerinde, din dersleri, mecburi okutuluyor. Avrupalılara, Amerikalılara, akıllı, ilerici, medenî diyerek, yalan, içki, kumar, fuhuş ve zina yapmakta, onları taklit etmekle öğünen kimse, onlar gibi inanmayınca yalancı olmuyor mu? Biz Müslümanlar, Hristiyanlara cahil, ahmak ve gerici diyoruz. Çünkü onlar, İsa aleyhisselâmda ve annesinde ülûhiyyet sıfatı bulunduğuna da inanıp, onu put yapmışlar. Ona tapınıyor. Müşrik oluyorlar. Dünya işlerinde, Muhammed aleyhisselâmın dinine uygun olarak çalışanları, Allahü teâlânın nimetlerine kavuşarak, rahat ve huzur içinde yaşıyorlar ise de, bu yüce Peygambere ve İslâmiyete inanmadıkları için, Cehennemde sonsuz yanacaklardır. (Herkese Lâzım Olan Îmân s. 392)
***
Sual: Felsefecilerin dini konulardaki sözlerine güvenilir mi?
Cevap: Beşinci Abbâsî halîfesi Hârûnürreşîd zamanında, Bağdat’ta (Dâr-ül-hikmet) isminde bir müessese kurulmuştu. Bu müessese büyük bir tercüme bürosu idi. Yalnız Bağdat’ta değil, Şam’da, Harrân’da, Antakya’da da, böyle ilim merkezleri kurulmuştu. Buralarda Yunancadan ve latinceden eserler tercüme edildi. Hint, Fars kitapları da bunlara eklendi. Yani hakiki (Rönesans) [Eski kıymetli eserlere dönüş] ilk defa Bağdat’ta başladı. İlk olarak Eflâtûnun, Porphyriosun, Aristotelesin [Aristonun] eserleri arabîye tercüme edildi. İslâm âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” bunları dikkat ile tetkik ettiler. Yunan ve Latin filozoflarının bazı fikirlerinin doğru, ekserisinin de hatalı, bozuk olduğunu ispat ettiler. Bunların, (Muhkem) olan âyet-i kerime ve hadîs-i şerifler, akıllarına ve mantıklarına ters düşüyordu. Onların, fen ve din bilgilerinin çoğunda cahil oldukları, aklın, fikrin anlayamadığı bilgilerde, daha çok yanıldıkları görüldü. Hakiki âlimler, meselâ imâm-ı Gazâlî, imâm-ı Rabbânî “rahime-hümallahü teâlâ”, bu felsefecilerin en mühim iman bilgilerine inanmadıklarını görmüşler, küfürlerine sebep olan yanlış inanışlarını uzun uzun bildirmişlerdir. İmâm-ı Gazâlînin (El-münkizü aniddalâl) kitabında bu hususta geniş bilgi vardır. (Herkese Lâzım Olan Îmân s. 451)
İmâm-ı Gazâlî “rahime-hullahü teâlâ” rumca öğrenerek eski yunan felsefesini incelemiş, doğru bulmadığı yerlerini ret etmiştir. Hârûnürreşîd “rahime-hullahü teâlâ” zamanında İslâm ilimlerine karıştırılan felsefe, Montesquieu, Spinoza gibi filozoflara rehberlik etmiş, bunlar “Farabius” adını verdikleri Fârâbînin tesiri altında kaldıklarını açıkça itiraf etmişlerdir.
İmâm-ı Muhammed Gazâlî “rahime-hullahü teâlâ” yetmişiki fırkadan ilk zuhur eden şî’î fırkasının Dâî’leri ile savaştı. Dâî’ler, Kur’ân-ı kerimin bir iç yüzü (bâtını), bir de dış yüzü (zahiri) olduğunu iddia ettiler. Bunlara (Bâtınî fırkası) ismi verilmiştir. İmâm-ı Gazâlî “rahime-hullahü teâlâ” bunların felsefelerini kolayca yıktı. Bâtınîler bu mağlubiyetten sonra, İslâmiyetten daha ziyade ayrıldılar. Manaları açık olmayan âyet-i kerimelere ve hadîs-i şeriflere yanlış manalar vererek (Mülhid) oldular. Siyasi maksatları sebebi ile işi azıtarak, hak yoldaki (Ehl-i sünnet) Müslümanlarının başına belâ oldular. (Herkese Lâzım Olan Îmân s. 452)