Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının ikinci cild 50. mektupta buyuruyor ki: Şunu iyi anlamalıdır ki, İslâmiyetin sureti ile İslâmiyetin hakikati, nefsden dolayı birbirinden ayrılmaktadır. İslâmiyetin suretine kavuşanın nefs-i emmâresi taşkınlık yapmakta ve inanmamaktadır. İslâmiyetin hakikatine kavuşunca, nefs mutmainne olmaktadır. Müslüman olmakla şereflenmektedir. Bunun gibi, suret gibi olan (Kemâlât-i vilâyet) ile, bu suretlerin hakikatleri gibi olan (Kemâlât-i nübüvvet) arasındaki ayrılık da, bedenden ileri gelmektedir.
Vilâyet makamında, bedeni meydana getiren dört türlü maddeler, kendi isteklerinde, kendi azgınlıklarındadır. Meselâ, nefsi itminana kavuşmuş olan bir Velinin bedenindeki enerji, kudret, iyi olduğu, üstün olduğu davasındadır. Bedendeki toprak maddeleri, kötülük ve aşağılık yaptırmak istemektedir. Sıvı ve gaz hâlindeki maddeler de, fizik ve kimya özelliklerini ve reaksiyonlarını meydana getirmek çabasındadır.
Kemâlât-i nübüvvet makamına kavuşunca, bedendeki maddelerin hepsi, adâlet, denge hâlini alır. Aşırı ve zararlı hâlleri kalmaz. Resûlullahın “aleyhi ve alâ Âlihissalâtü vesselâm” (Şeytanım Müslüman oldu), yani teslim oldu buyurması, belki de bu denge hâlini haber vermektedir. Çünkü, insanın dışında şeytan bulunduğu gibi, içinde de vardır. İnsanın içindeki şeytanı, onun kudretinin, enerjisinin taşkınlığıdır. Enerji artınca, insanda kibir ve yükseklik hâsıl olur. Kötü sıfatların en aşağısı da, bu kibir sıfatıdır. Enerjinin teslim olması, selâmet bulması, bu kötülüğün ondan gitmesidir. (Tam İlmihal s. 950)
***
Sual: İslâmiyetin hükümlerine uymanın neticesinde kavuşulanlar herkeste aynı mıdır? Alimin ibadet etmesi ile cahilin ibadeti aynı olur mu?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının ikinci cild 50. mektupta buyuruyor ki: Allahü teâlâ, lütfederek, ihsan ederek, nefs itminan makamına gelince ve İslâmiyete uymakla şereflenince, (İslâm-ı hakiki)ye kavuşulur ve imanın hakikati hâsıl olur. Bundan sonra yapılacak her iş, İslâmiyetin hakikati olur. Namaz kılınca, namazın hakikati kılınmış olur. Oruç tutunca, orucun hakikati tutulmuş olur. Hac yapınca, haccın hakikati yapılmış olur. İslâmiyetin bütün hükümlerine uymak da, hep böyledir. Görülüyor ki, ilk yol ile hakikat, İslâmiyetin sureti ile İslâmiyetin hakikati arasında bir geçittir. Vilâyet-i hâssa ile şereflenmedikçe, islâm-ı mecaziden kurtulup, islâm-ı hakikiye kavuşulmaz. [İslâmiyetin suretine uymak, islâm-ı mecazidir. İslâmiyetin hakikatine uymak ise, hakiki Müslümanlıktır.]
Bir Müslüman, Allahü teâlânın ihsanı ile, İslâmiyetin hakikatine kavuşur, islâm-ı hakiki ile şereflenirse, Peygamberlere tam uyarak ve O büyüklere vâris olarak, (Kemâlât-i nübüvvet) denilen makama kavuşabilir. O yüksek derecenin nimetlerini bol bol elde edebilir. İslâmiyetin sureti, kemâlât-ı vilâyet meyvelerini meydana getiren mübarek bir ağaç olduğu gibi, nübüvvet kemâlleri de, mübarek bir ağaç gibi olan İslâmiyetin hakikatinin meyveleri gibidir. Vilâyetin kemâlâtı, suretin meyveleridir. Nübüvvet kemâlâtı ise, bu suretin hakikatinin meyveleridir. Bunun içindir ki, vilâyetin kemâlâtı, Peygamberlik kemâlâtının suretleridir. Peygamberlik kemâlâtı, bu suretlerin hakikatleridir. (Tam İlmihal s. 950)