Cevap:
Affetmek, büyüklüğün alametidir ve Allahü teâlânın sıfatlarındandır. Kişinin, kendisine karşı yapılan hata ve kusurları bağışlamasına, affetmek denir. Hakkını almaya gücü yettiği hâlde, affetmek iyidir. Çünkü nefse daha güç gelir. Hadis-i şerifte;
(Musa aleyhisselam; Ya Rabbi! Kullarının en kıymetlisi kimdir? dedikte, gücü yettiği zaman affedendir, buyuruldu) buyurulmuştur.
Zulmedeni affetmek merhametin, kendisine iyilik etmeyene hediye vermek ihsanın, kötülük edene ihsanda bulunmak da, insanlığın en yüksek derecesidir. Bu sıfatlar, düşmanı dost yapar.
Zalimden hakkı kadar geri almak, adalet olur. Fakat gücü yettiği hâlde affetmek, güzel ahlaktır. Resulullah efendimiz, bir kimsenin zalime beddua ettiğini görünce;
(Musa aleyhisselam; Ya Rabbi! Kullarının en kıymetlisi kimdir? dedikte, gücü yettiği zaman affedendir, buyuruldu) buyurulmuştur.
Zulmedeni affetmek merhametin, kendisine iyilik etmeyene hediye vermek ihsanın, kötülük edene ihsanda bulunmak da, insanlığın en yüksek derecesidir. Bu sıfatlar, düşmanı dost yapar.
Zalimden hakkı kadar geri almak, adalet olur. Fakat gücü yettiği hâlde affetmek, güzel ahlaktır. Resulullah efendimiz, bir kimsenin zalime beddua ettiğini görünce;
(İntisâr eyledin! Affeyleseydin, daha iyi olurdu) buyurmuştur.
Resulullah efendimizin mübarek torunu hazret-i Hüseyin, bir gün misafirleri ile sofrada oturmuşlar yemek yiyorlardı. O sırada kölesi bir kap sıcak yemekle gelirken ayağı yere takılıp, elindeki yemeği hazret-i Hüseyin’in mübarek başına döker. Hazret-i Hüseyin, terbiye maksadı ile kölesinin yüzüne sertçe bakınca, kölesi, Âl-i imrân suresinin 134. âyet-i kerimesindeki;
(Gadab etmezler) mealindeki kısmını okur. Hazret-i Hüseyin;
-Gadabımı terk ettim, buyurunca, kölesi, âyet-i kerimenin;
(İnsanlardan kusurlu olanları affederler) mealindeki kısmını okur. Hazret-i Hüseyin;
-Affettim cevabını verince kölesi, âyet-i kerimenin;
(Allahü teâlâ ihsan edenleri sever) mealindeki kısmını okur. Bunun üzerine hazret-i Hüseyin;
-Allah için seni kölelikten azad ettim, istediğin yere gidebilirsin, buyurur.
Allahü teâlâ, kullarının günahlarını affedicidir. Müslümanlar da, birbirlerinin kusurlarını affetmelidir. Bunun için Müslümanların hatalarını görmemek, onlara kin tutmamak ve kusurlarını affetmek lazımdır. Allahü teâlânın bizim günahlarımızı affetmesini istiyorsak, biz de Onun kullarının hatalarını affetmemiz yani, affedilmek için affetmek lazımdır.
Ahmed Rıfâî hazretleri;
“Kızdığın zaman affa sarıl. Çünkü affetmek suretiyle yapacağın hata, ceza vermek suretiyle yapacağın hatadan daha iyidir” buyuruyor.
***
Sual: Namazın farzları nelerdir? Namazın şartları ve rükünleri ne demektir?
Cevap:
Namazın farzı oniki olup, yedisi dışındadır. Yani, namaza başlamadan öncedir. Bunlara (Namazın şartları) da denir ki, şunlardır: Hadesten taharet, necasetten taharet, setr-i avret, istikbâl-i kıble, vakit, niyet, tahrîme tekbiri. Her şeyin vücudu, yani var olması, bir işin yapılmasına bağlıdır. Bu bağlılık, beş türlü olur: İş, bu şeyin mahiyetinin içinde ise, onun bir parçası ise, bu işe, (Rükn) denir. Dışında ise, bu şeye tesir ediyorsa, (İllet) denir. Nikâh, evlenmenin illetidir. Tesir etmiyorsa, işin yapılması, bu şeyin vücudunu icab ediyorsa, (Sebep) denir. Vakit, namazın sebebidir. İcab etmiyorsa, işin yapılmaması ile, o şey de yok olursa, (Şart) denir. Yok olmazsa, (Alâmet) denir. Ezan, namazın alâmetidir. Namazın farzlarından beşi, namazın içindedir. Bu beş farzdan her birine (Rükn) de denir. [Bazı âlimler, tahrîme tekbirinin, namazın içinde olduğunu söylemişlerdir. Bunlara göre, namazın şartları da, rükünleri de, altı olmaktadır.] (Tam İlmihal s. 122)