Cevap: Hadis-i şerifte; (İbadetleri takat getireceğiniz kadar yapınız. Neşe ile yapılan ibadetin kıymeti çok olur) buyuruldu. Beden istirahat edince, ibadetler zevk ile yapılır. Beden ve zihin yorgun iken yapılan işten usanç hasıl olur. Yorgunluğu gidermek için, ara sıra mubah olan şeylerle, bedene neşe getirmelidir. İmâm-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki:
“Çok ibadet yapınca, beden yorulur, hareket etmek istemez. Bu zaman uyumakla veya salihlerin hayat hikayelerini okumakla yahut mubah olan eğlencelerle bedeni neşelendirmeli. Böyle yapmak, usanarak ibadet yapmaktan efdaldir.”
İbadet yapmaktan maksat, hem nefisle cihad ederek, nefsi terbiye etmek, hem de, kalbe ferahlık getirmek, kalbi Allahü teâlâya bağlamak içindir. (Namaz, insanı kötü ve çirkin işler yapmaktan korur) buyuruldu. Severek, neşe ile kılınan namaz böyle olur. Bu neşeyi hasıl etmek için, nefsin mubahlardaki arzularını, ihtiyaç olduğu kadar, yerine getirmek lazım olur. Böyle yapmak, İslamiyete uymak olur. İbadetlere sebep olan mubahlar da ibadet olur. (Âlimin uykusu, cahilin ibadetinden hayırlıdır) hadis-i şerifi, bunun şahididir. Uyuklayarak, teravih namazı kılmak mekruhtur. Uykulu hal gidince, neşe ile kılmalıdır. Uyuklayarak kılınan namazda gevşeklik ve gaflet hasıl olur.
Ancak bunları yanlış anlamamalıdır. Yorgunluk ve usanç hasıl olduğu zaman ibadet tehir edilir, terk edilmez. Farzları özürsüz terk etmek büyük günahtır. Kaza etmek farz olur. Vacipleri de kaza etmek vacip olur. Sünnetleri terk eden, bunların sevabından mahrum kalır. Özürsüz terk etmeyi adet ederse, bu sünnetlere mahsus olan şefaatten mahrum kalır.
Yorgun, halsiz, neşesiz olmak, farzları vaktinden sonraya bırakmak için özür olmaz. Vaktinden sonraya bırakmak günahından ve azabından insan kurtulamaz. Farzlara ve haramlara ehemmiyet vermemenin küfür olduğu, imanı giderdiği, akait kitaplarında bildirilmiştir. Bu sebeple, ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları fıkıh ve ilmihal kitaplarını okuyup, imanı, farzları, haramları iyi öğrenmeli ve yakınlarına da öğretmelidir.
***
Sual: İslâm alimlerinin halk ile görüşmeleri, halkın birbiri ile görüşmesi gibi midir? Allahü teâlânın ismini söylerken, kuyuya düşecek olan bir körü kurtarmak mı, yoksa Allahü teâlânın ismini söylemeğe devam etmek mi efdaldir, kıymetlidir?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının ikinci cild 46. Mektupta buyuruyor ki: Bu büyüklerin halka teveccühleri, yani halk ile görüşmeleri, halkın birbiri ile görüşmesi gibi değildir. Halk, birbiri ile görüşürken, birbirlerine, yani Allahü teâlâdan başkasına, düşkün, bağlı bir hâldedir. Bu büyükler ise, halk ile görüşürken, bunlara bağlı değildir. Çünkü, bu büyükler, daha ilk adımda, Allahü teâlâdan başka şeylere bağlı olmaktan kurtulmuş, halkın Hâlıkına bağlanmışlardır. Bunların halk ile görüşmesi, halkı, Hakka doğru çekmek içindir. Allahü teâlânın beğendiği yola getirmek içindir. İnsanları, Allahü teâlâdan başka şeylere kul, köle olmaktan kurtarmak için, onlarla görüşmek, kendini Hak ile bulundurmak için olan görüşmekten elbet daha üstün, daha kıymetlidir. Meselâ, bir kimse, Allahü teâlânın ismini söylerken, bir kör geçse ve önünde kuyu olsa ve bir adım atınca kuyuya düşecek olsa, bu kimsenin, Allahü teâlânın ismini söylemeğe devam etmesi mi efdaldir, yoksa söylemeği bırakıp, körü kuyudan kurtarması mı kıymetlidir? Şüphesiz körü kurtarması, zikr-i ilâhîden daha iyidir. Çünkü, Allahü teâlânın, ona ve onun zikrine ihtiyacı yoktur. Kör ise muhtaç bir kuldur. Bunu zarardan kurtarmak lâzımdır. Hele, kurtarmağı İslâmiyet de emir ettiği için, onu kurtarmak, zikirden daha mühimdir. Çünkü, emre de uyulmuş olur. Zikir etmekte, yalnız Hak teâlânın hakkı vardır. Onun emri ile körü kurtarmakta, iki hak yerine getirilmiş olmaktadır. Biri kul hakkı, biri de Yaratanın hakkı. Hatta bu hâlde zikre devam etmek, belki günâh olur. Çünkü zikir, her vakit iyi olmaz. Bazen, zikir etmemek güzel olur. Yasak edilen günlerde ve haram olan vakitlerde oruç tutmamak ve namaz kılmamak, oruç tutmaktan ve namaz kılmaktan daha iyidir.
[Din düşmanları, Müslümanlar egoist, hodbin olur sanıyor. Cennet nimetlerine kavuşmağı düşünür. Başkalarına iyilik etmeği düşünmez, diye iftira ediyor. Yukarıdaki yazı, bu sözlerinin, yalan ve iftira olduğunu açıkça göstermektedir]. (Tam İlmihal s. 902)