Cevap: Bu konuda İmâm-ı Gazâlî hazretleri bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“İlim öğrenmek için çok gecelerini feda ettin. Bilmem ki, niçin kendini bu kadar harap ettin? İlim öğrenmekten maksadın eğer dünya menfaatlerini toplamak, şöhret, mevki sahibi olmak ve Müslümanlara büyüklük göstermek idi ise, sana yazıklar olsun! Yok eğer maksadın İslâmiyete ve Muhammed aleyhisselamın dinine yardım etmek, ahlakını temizlemek, nefsini kırmak idi ise, sana müjdeler olsun!
Keyfine göre yaşa! Fakat bu yaşaman uzun sürmeyecek, bir gün elbette öleceksin. Gece gündüz düşündüğün, sımsıkı sarıldığın lezzetlerden elbette ayrılacaksın. Dünyanın nesini seversen sev, hepsine veda edeceksin! Elinden geleni yap! Fakat unutma ki, her yaptığının hesabını vereceksin!
İman edilecek şeyleri akla uydurmaya, beğendirmeye uğraşmak, dinsizlerle, cahillerle, münakaşa edip, onların bozuk düşünceleri ile uğraşmak ve Kur’ân-ı kerimi öğrenmeden, namazı, abdesti, orucu, farzları, haramları okumadan, bilmeden para kazanmaya kalkışmak, herkesten fazla zengin olmak için doktorluk, mühendislik, edebiyat, hukuk ilimleriyle uğraşmak da, ömrü boş yere harcamak olur.
İsa aleyhisselamın İncilinde okudum; bir kimseyi tabuta koyduktan mezara bırakıncaya kadar; Allahü teâlâ ona kırk sual soracaktır. Birincisi şudur:
(Ey kulum! Yaşadığın kadar hep dünya için süslendin, herkesin beğenmesi, hürmet etmesi için birçok şeyler öğrendin. Benim emrettiğim şeyleri de öğrendin mi, istediklerimi yapıp, haram ettiklerimden kaçındın mı?)
Allahü teâlâ sana her gün soruyor:
(Başkaları için neye bu kadar uğraşıyorsun? Görmüyor musun ki, tepeden tırnağa kadar benim iyiliklerim ile, ihsanlarımla örtülüsün?) Fakat sen bunu duymuyorsun. Çocuk oyuna dalıp etrafını görmediği gibi, dünya zevkleri, nefsin arzuları seni sağır ve kör eylemiş!
Bugün seni günahtan korumayan ve ibadete sevketmeyen ilim, yarın Cehennem ateşinden de korumaz.
Dünyada iken, ibadet ederek geçmiş günahlarını affettiremezsen, kıyamette elin ve dilin aciz kaldığı zaman;
-Ya Rabbi, bizi geri dünyaya gönder, bütün ömrümüzü ibadetle geçireceğiz diyenlerden olursun. Fakat;
-Ey ahmak! Oradan geldin ya! cevabını alıp kalırsın!”
***
Sual: Bidatin anlamı nedir ve dinde bidat ne demektir, ne yapılırsa dinde bidat olmuş olur?
Cevap: Bidat Arapça bir kelimedir. Sonradan ortaya çıkarılan her şey demektir. Bu bakımdan, hem âdette, hem de ibadette yapılan değişiklikler, reformlar bidat olur. Âdet demek, karşılık olarak kıyamette sevap beklenilmeyen, yalnız dünya faydasını düşünerek yapılan şey demektir. İbadet bunun tersi olup, kıyamette karşılığında sevap beklenen şeydir.
Dinde bidat demek, Eshâb-ı kiram ve tabiin zamanından sonra, Resûlullah efendimizin izni olmadan, dinde yapılan eklemeler ve noksanlıklar, yani ibadet olarak yapılan, sevap olduğu düşünülen değişiklikler demektir. Dinde reform da, dinde bidat demektir. Âdetlerde yapılan değişiklikler, bu bidatin dışında kalmaktadır. Hadîs-i şeriflerde kötü olduğu bildirilen, dindeki bidatlerdir. Yani dinde reformlardır. Bunlar ibadetlere yardımcı değildirler. Hepsi, ibadetleri değiştirmekte, bozmaktadırlar.
Bidat, ikiye ayrılır: İtikatta ve ibadet olan işlerde bidatlerdir. İtikatta olanlar, ya ictihâd ile yapılır. Yani âyet-i kerimelerden ve hadîs-i şeriflerden çıkarılır. Yahut, akıl, düşünce ile beğenilerek yapılır. İctihâd yapabilmek için derin âlim, yani müctehid olmak lazımdır. Müctehid, itikat bilgilerinde ictihâd yaparken yanılırsa, af olmaz, suçlu olur. Yanlış anladığı inanılacak şey, dinde açıkça bildirilmiş ve cahillerin bile işitip bildiği, yayılmış bilgilerden ise, bu müctehid ve buna inananlar kafir olur. Kafir olduğu anlaşılan bir kimse, bu küfründen tevbe etmedikçe, Müslüman olduğunu söylese ve bütün ömrünü ibadetle geçirse de, küfürden kurtulamaz. Açık bildirilmiş, fakat herkesin işitmemiş olduğu bilgilerden veya açık bildirilmemiş bilgilerden ise, kafir olmazlar. Bidat sahibi, dalalet ehli yani sapık olurlar. Bu yanlış inanışları, katl ve zina gibi büyük günahlardan da daha büyük günahtır. Yetmişiki türlü bidat fırkası bulunacağı ve sapık inanışları sebebiyle hepsinin Cehenneme gidecekleri, hadîs-i şeriflerde bildirilmiştir.
Resûlullah efendimizin miraca çıktığına, kabir sualine, ictihâd yolu ile inanmayan, bidat sahibi, yani sapık olur. Kendi aklı, görüşü ile inanmayan bir din adamı ise, din bilgilerine kıymet vermemiş olacağından, kafir olur.
***
Sual: İslâm alimlerinin kitaplarında, mevdu, uydurma hadîs var diyenlere ne cevap vermelidir?
Cevap: Dinde reformcular, İslâmiyeti yok etmek için, son koz olarak da hadîs-i şeriflere saldırıyorlar ve bazı emirlerin dayandığı hadîslere mevdudur diyorlar. Bu sözlerine inandıramayacaklarını anlayınca, mevdu olmasa bile, zayıftır, zayıf hadîsle hüküm verilmez diyorlar. Mesela, erkeklerin altın yüzük takması, haramdır. Dinde reformcular, bunu bildiren hadîs zayıftır, altın yüzük haram değildir diyorlar. Bu sözleri, kendilerini yalanlamaktadır. Çünkü, zayıf hadîs ile hüküm verilemeyeceğine göre, (Altın yüzük haramdır) hükmü çıkarılmış olan hadîsin sahih olması lazım gelir. Doğrusu da budur. Ehl-i sünnet âlimleri, hadîs-i şerifleri incelerken, kılı kırk yarmışlar, mevdu hadîslerin hepsini elemişlerdir. Farzları, helal ve haramları, yalnız sahih ve meşhur hadîslerden çıkarmışlardır. İbni Melek hazretleri, Menâr şerhinde;
“Zayıf olan hadîs ile vücub sabit olmaz. Hadis ve fıkıh âlimlerince, sahih olduğu anlaşılamayan bir hadîs ile amel olunmaz” diyerek, bu hakikati anlatmaktadır. İbni Âbidîn hazretleri, Dürr-ül-muhtâr haşiyesinde;
“Müctehidin bildirdiği hükümlerin delillerini, senetlerini aramak, mukallide lazım değildir” buyuruyor.
Ehl-i sünnet alimlerine ve fıkıh kitaplarına saygısız olan kimsenin mezhepsiz olduğu anlaşılır. Seyfülhindî fî ibâneti tarîkat-iş-şeyh-in-Necdî kitabında; sahih hadîslere mevdu diyenlerin mezhepsiz oldukları, Ehl-i sünneti yıkmaya uğraştıkları vesikalarıyla birlikte ispat edilmektedir. Müderris seyyid Abdullah efendi İrsalülmekal kitabında, hadîs-i şeriflere zayıftır, mevdudur gibi iftira edenlere cevap vermekte, bu yoldakilerin önderliğini yapan ibni Teymiyyeyi ve Şevkânîyi ret etmektedir.
Usûl-i hadîs denilen ayrı bir ilim vardır. Bu ilimde, Mevdu hadîs demek, uydurma hadîs demek değildir. Bu ilimden haberi olmayanlar, mevdu hadîsi, lügat, sözlük manası ile düşünerek, uydurma hadîs demek sanıyorlar.
Bir hadîsin mevdu olduğunu bildiren kimsenin, her şeyden önce, üsûl-i hadîs ilminde müctehid olması lazımdır. Böyle bir müctehid, üsûl-i hadîs ilminin kaidelerine göre, bir hadîsin mevdu olduğunu ispat ederse, yalnız onun mezhebinde bu hadîs mevdu olur.