Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîkada buyuruluyor ki:
“Un eleği ve kaşık gibi şeyler zaman-ı saadette yok idi. Sonradan meydana çıktılar. Böyle, Allahü teâlâya ibadet etmek ve sevap kazanmak niyeti olmaksızın meydana çıkarılan şeylere, Adette bidat denir. Bunlar, hadîs-i şerifte dalalet, sapıklık olarak bildirilmiş olan bidatlerden değildirler. Bunları yapanlara ceza verilmeyecektir. Vera sahiplerinin yapmaması daha iyi olur. Erkeklerin fazla yiyerek yağ bağlaması da böyledir. İmâm-ı Münâvî hazretleri, Câmi'-us-sagîr şerhinde; “Kıyamet alametlerinden biri, erkeklerin yağlanmasıdır” buyurdu. Adette bidatlerden biri de, tütün ve kahve içmektir.
Zamanımızda iyi kötü her insan bunları kullanmaktadır. Bunlar için çeşitli şeyler söyleniyor ise de, sözün doğrusu, ikisine de haram ve mekruh dedirtecek bir sebep yoktur. Her ikisi de, Adette bidattir. Herhangi bir sebep göstererek bunlara haram diyen kimse, adette bidat olan şeye haram demiş olur. Adette bidate haram denilemeyeceğini, cumhûr-i ulemâ bildirmiştir. Sultanın emir ve yasak etmesine gelince, bunlar, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uygun olursa, itaat vacip olur. Kendi düşüncesi, görüşü ile olana itaat vacip değildir. Resûlullah efendimizin bütün emir ve yasakları, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uygun idi. Kendiliğinden bir şey bildirmedi. Böyle olmasaydı, Onun her sözüne itaat vacip olmazdı.
Sultanın, kendi aklı, düşüncesi ile verdiği emre itaat da, elbette vacip olmaz. Ancak, emri veren, zulüm, işkence yaparsa, bundan korkan kimsenin, sultanın böyle mubahları yasaklamasına itaat etmesi vacip olur. Çünkü, bir Müslümanın kendini tehlikeye sokması caiz değildir. İşte, böyle yasaklandığı zaman, kahve, sigara içmemek vacip olur. Fakat, yine, haram veya mekruh oldukları için değil, kendini zulümden kurtarmak için içmemeye niyet etmek lazımdır. Ülül-emre itaat demek, Müslüman olan amirlerin, hak üzere olan emir ve yasaklarına uymak demektir.”
***
Sual: Namaz kılarken etrafına bakmak, namazı bozar mı?
Cevap: Namazda başını, yüzünü etrafa çevirmek mekruhtur. Gözleri ile etrafa bakmak, tenzihen mekruhtur. Namazda göğsü çevirince, namaz bozulur.
***
Sual: Ahiret bilgileri nelerdir? Bâtın ilimlerine kavuşmanın alameti nedir?
Cevap: İmâm-ı Münâvî, imâm-ı Gazâlîden “rahimehümullahü teâlâ” haber veriyor ki, ahiret bilgisi iki türlüdür: Biri keşifle hâsıl olur. Buna (İlm-i mükâşefe) ve (İlm-i bâtın) denir. Bütün ilimler, bu ilme kavuşmak için sebepler, vesilelerdir. İkincisi (İlm-i muâmele)dir. Âriflerden çoğuna göre, ilm-i bâtından nasibi olmayanın imansız gitmesinden korkulur. Bundan nasip almanın en aşağısı, bu ilme inanmaktır. Bid’at veya kibir bulunan kimseye bâtın ilmi nasip olmaz. Dünyaya düşkün olan ve hep nefsinin isteklerine uyan da, çok şey öğrense de, bâtın bilgisinden hiçbir şeye kavuşamaz. Bâtın bilgisi, temizlenmiş kalplerde hâsıl olan bir nurdur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Öyle ilimler vardır ki, çok gizlidirler. Bunları, ancak marifet sahipleri bilir) buyurdu. Bu hadîs-i şerif, bâtın ilimlerini göstermektedir. İmâm-ı Mâlikin “rahmetullahi aleyh” ilm-i bâtına kavuşturur dediği zahir bilgisi, onun zamanındaki, kendisi ile amel olunan ilimdir. Şimdi, dünyalığa kavuşmak, şöhret sâhibi olmak için öğrenilen şeyler değildir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını doğru yapabilmek için herkese lâzım olan (İlm-i hâl) bilgileri az zamanda ve kolayca öğrenilebilir. Bununla amel edince, ilmi bâtın hâsıl olabilir.
Bâtın ilimlerine kavuşmamış olan din adamları, bilmedikleri ilimlere inanmıyorlar. Bâtın ilmi olarak anladıkları ve söyledikleri de, kendi gibi bir cahilden işittikleri veya bâtın alimlerinin kitaplarından okuyup ezberledikleri şeylerdir. Paslı kalpleri açılmamış, rahmani nura kavuşamamışlardır. Kendilerini bâtın alimi sanan bu cahiller, akıllarının esiridirler. O büyüklerin “rahmetullahi aleyhim ecma’în” bildirdiklerini kısa akılları ile ölçerek yanlış anlamaktadırlar. Kur’ân-ı kerimi ve hadîs-i şerifleri de böyle yanlış anlıyorlar. Bozuk, zararlı tefsir kitapları yazıyor. Müslümanları felâkete sürüklüyorlar. Nûr sûresinin, (Allahü teâlâ bir kimseye nur vermezse, o münevver olamaz!) mealindeki kırkıncı âyet-i kerimesi, bunları göstermektedir. (Kıyâmet ve Âhiret s. 318)
***
Sual: (Müslümanların topluluğundan ayrılmak, Allahü teâlânın azap yapmasına sebep olur) buyruluyor. Bu doğru yol hangisidir ve nasıl bulacağız?
Cevap: (Hadîka) ikinci cild, yüzüçüncü sahifesinde diyor ki, cemaat rahmettir. Yani Müslümanların hak üzerinde birleşmeleri, Allahü teâlânın merhamet etmesine sebep olur. Tefrika [bölünmek] ise azaptır. Yani, Müslümanların topluluğundan ayrılmak, Allahü teâlânın azap yapmasına sebep olur. Demek ki, her Müslümanın doğru yolda olanlara katılması lâzımdır. İmanı doğru olanlar az olsa dahi, bunlara katılmalı, bunlar gibi inanmalıdır.
Doğru yol, Eshâb-ı kiramın yoludur. Bu yolda olanlara, (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) denir. Eshâb-ı kiramdan sonra, ortaya çıkan batıl, bozuk kimselerin çok olması insanı şaşırtmamalıdır. İmâm-ı Beyhekî buyuruyor ki, (Müslümanlar bozulduğu zaman, bunlardan önce olanların doğru yoluna sarılmalısın! Bir kişi kalsan bile, o yoldan ayrılmamalısın!). Necmeddîn-i Gazzî buyuruyor ki, (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at alimi) demek, Resûlullahın ve Eshâb-ı kiramın gittikleri doğru yolda bulunan alimler demektir. (Sivâd-i a’zam), yani İslâm alimlerinin çoğu böyle idiler. Hak olan cemaat ve yetmişüç fırka içinde Cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan (Fırka-i nâciyye) bunlardır. Kur’ân-ı kerimde, (Parçalanmayınız!) buyuruldu. Bu âyet-i kerime, itikatta, inanılacak bilgilerde parçalanmayınız demektir.
Âlimlerin çoğu, meselâ Abdüllah ibni Mes’ûd, böyle olduğunu bildirmiştir. Yani nefislerinize ve bozuk düşüncelerinize uyarak, doğru imandan ayrılmayınız demektir. Bu âyet-i kerime, fıkıh bilgilerinde ayrılmayınız demek değildir. Âyet-i kerime, bozgunculuk olan ayrılmağı yasaklamakladır. Bu ise, akaidteki, inanılacak şeylerdeki ayrılıktır. Ahkâmda, amellerde olan ictihad bilgilerindeki ayrılık böyle değildir. Çünkü bu ayrılık, hakları, farzları, amellerdeki, ibadetlerdeki ince bilgileri ortaya koymuştur. Eshâb-ı kiram da, günlük işleri açıklayan bilgilerde, birbirlerinden ayrılmışlardı. Fakat itikat bilgilerinde hiç ayrılıkları yoktu. (Kıyâmet ve Âhiret s. 319)