Cevap: Büyük İslâm alimi, Evliyanın baş tacı, zamanının kutbu, kayyûm-i rabbânî (Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî) Serhendî “rahmetullahi aleyh” hazretleri, (Mektûbât) kitabının birinci cildi, yirmiikinci mektubunda buyuruyor ki:
Yavrum! Kıyamet yaklaştı. Zulmetler, kalpleri karartan şeyler çoğaldı. Herkes, bu karanlık akıntılara sürüklenmektedir. Böyle bir zamanda, bir sünneti ortaya çıkaracak ve bir bidati yok edecek bir kahraman lâzımdır. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sünnetlerinin nurları ile ışıklanmadıkça doğru yola kavuşulamaz. O yüce Peygamberin izinde bulunmadıkça, felaketlerden kurtulmağa uğraşmak boşunadır. Allahü teâlânın sevgili Peygamberine uymadıkça, tasavvuf yolunda ilerlemek ve Allahü teâlâyı sevmek saadetleri ele geçemez.
Âl-i İmrân sûresinin otuzbirinci âyetinde mealen, (Allahü teâlâyı seviyorsanız, bana tabi olunuz! Bana uyanları Allah sever!) buyuruldu. Allahü teâlâ, Habibine böyle demesini emir buyurmaktadır. Saadete kavuşmak isteyen kimse, bütün âdetlerini, ibadetlerini ve alış-verişlerini Onun gibi yapmağa çalışmalıdır. Bu dünyada, bir kimsenin sevdiğine benzemeğe çalışanlar, bu kimseye sevimli ve güzel görünürler. Bu kimse, onları da çok sever, beğenir. Bunun gibi, sevgiliyi sevenler, her zaman sevilir. Sevgilinin düşmanları, sevenin de düşmanları olur. Bundan dolayı, görünen ve görünmeyen bütün iyilikler, bütün üstünlükler, ancak o yüce Peygamberi sevmekle ele geçebilir “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm”. Yükselebilmenin, ilerlemenin ölçüsü, bu sevgidir. Allahü teâlâ, sevgili Peygamberini, insanların en güzeli, en iyisi, en sevimlisi olarak yarattı.
Her iyiliği, her güzelliği, her üstünlüğü Onda topladı. Eshâb-ı kiramın hepsi, Ona aşık idiler. Hepsinin kalbi, Onun sevgisi ile yanıyordu. Onun ay yüzünü, nur saçan cemalini görmeleri, lezzetlerin en tatlısı idi. Onun sevgisi uğruna canlarını, mallarını feda ettiler. Onu canlarından, mallarından, kısaca, her sevilenden daha çok sevdiler. Onu aşırı sevdikleri için, Onu sevenlerle seviştiler. Bunun için birbirlerini de çok sevdiler. Onun üstünlüğünü anlayamayıp, Onun güzelliğini göremeyip, Onu sevmek saadetine kavuşamayanlara düşman oldular. Çünkü, taatların, iyiliklerin başı, dostları sevmek ve düşmanları sevmemektir.
Allahı seviyorum diyenlerin, Eshâb-ı kiram gibi olmaları lâzımdır. Seven bir kimse, sevdiğinin sevdiklerini de sever. Sevdiğinin düşmanlarına düşman olur. Bu sevmek ve düşmanlık, bu kimsenin elinde değildir. Kendiliğinden hâsıl olur. Bu kimse, sevmesinde ve düşmanlığında deli gibidir. Bunun içindir ki, (Bir kimseye deli denilmedikçe, bu kimsenin imanı tam olmaz!) buyuruldu. Kendisinde bu delilik bulunmayanlar, sevmekten mahrumdurlar. Düşmanlık etmeyince, dostluk olmaz! Seviyorum diyebilmek için, sevgilinin düşmanlarına düşman olmak lâzımdır. Sözümüz yanlış anlaşılmasın! Eshâb-ı kirama düşmanlık etmek bunun içinmiş sanılmasın! (Fâideli Bilgiler s. 208)
***
Sual: Ölen bir kimse, kabre konup defnedildikten sonra, kabrin başında, defnedilen bu meyyite telkin vermenin dinimizde yeri var mıdır?
Cevap: Ölen ve kabre konup defnedilen bir kimseye, defnedildikten sonra, kabre ve kıbleye karşı ayakta durarak telkin vermek sünnettir. Mecmâ’ul-enhürde diyor ki:
“Öldükten sonra telkin verilir. Çünkü, ruhu ve aklı geri verilir ve yapılan telkini anlar. Şafii mezhebinde de böyledir.”
Kabirdeki meyyite telkin yapmanın meşru olduğu Cevherede yazılıdır. Nûr-ul yakîn fî mebhas-it telkîn kitabında, telkinin sünnet olduğu çeşitli deliller ile ispat edilmektedir. Cilâ-ül-kulûb ve Gâliyyede deniyor ki:
“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, definden sonra telkin vermeyi emreyledi. Kendisi de telkin verdi.”
Kâdî-zâdenin Birgivî vasıyyetnâmesi şerhinde de, telkinin nasıl verileceği uzun yazılıdır.
***
Sual: Kadınlar namaza durdukları zaman, namaz içindeki hareketleri, aynen erkekler gibi midir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Kadın, namaza dururken, tekbir için ellerini omuzlarına kadar kaldırır. Ellerini kol ağzından dışarı çıkarmaz. Sağ avucu sol eli üzerinde olarak, ellerini göğüs üstüne kor. Rükuda az eğilir. Belini başı ile düz tutmaz. Rükuda ve secdede parmaklarını açmaz, birbirlerine yapıştırır. Ellerini dizleri üzerine kor. Dizlerini büker. Dizlerini tutmaz. Secdede kollarını, karnına yakın olarak yere serer. Karnını uyluklarına yapıştırır. Teşehhüdde, ayaklarını sağa çıkararak yere oturur. El parmaklarının ucu dizlerine uzanır. Parmakları birbirlerine yapışık olur.”
***
Sual: Namaz kılacak olan bir kimse, önünden insanların geçme durumu varsa, ne yapması gerekir?
Cevap: Set, sedir gibi yüksek şeyler üzerinde namaz kılanın, önünden, aşağısından geçen kimsenin, başı namaz kılanın ayaklarından yukarı olursa, bu kimse günaha girer. Namaz kılacak olanın önünden herhangi bir kimse geçebilecek yerlerde, namaz kılarken, imam veya yalnız kılanın sol kaşı hizasına, yarım metreden uzun bir çubuk dikmesi sünnettir. Çubuğu yere dikemezse, secde yerinden kıbleye doğru uzatmak veya çizgi çizmek de olur. Namaz kılanın önünden geçen kimseye, işaret etmekle veya sesini yükselterek okumakla mâni olmak caiz ise de, mâni olmamak iyidir.