Cevap: Abdüllah Mûsulî, (Muhtâr) kitabının şerhi olan (İhtiyâr) kitabında diyor ki, (Farzları yapamayacak kadar zayıflatan riyazet, yani az yemek câiz değildir. Kendinin ve çoluk çocuğunun nafakasını kazanacak ve borçlarını ödeyecek kadar çalışıp kazanmak farzdır. Bu niyet ile çalışan kimse, borcunu ödeyemeden ölürse, azab çekmez. Hadîs-i şerifte, (Her erkeğin çalışıp [nafakasını] kazanması farzdır) buyuruldu. Bundan fazlası için çalışmamak câizdir.
Adem aleyhisselam buğday eker ve ekmek yapardı. Nuh aleyhisselam neccar, marangoz idi. İbrahim aleyhisselam kumaş tüccarı idi. Davud aleyhisselam demirci idi. Süleyman aleyhisselam zenbil yapardı. Muhammed aleyhisselam, önce koyun güderdi. Sonra ticaret yaptı. Sonra cihad yapardı. Asker idi. Ebû Bekr-i Sıddık “radıyallahü anh”, kumaş tüccarı idi. Ömer-ül-Faruk, kösele dikerdi. Osmân-ı Zinnûreyn gıda maddeleri ithalatçısı idi. Ali “radıyallahü anhüm” işçilik ve cihad yapardı “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Çoluk çocuğunun bir yıllık nafakasını toplayacak kadar çalışmak mubahtır. Müslümanlara yardım için, cihad etmek için, fazla çalışıp kazanmak müstehabdır, iyidir. Hadîs-i şerifte, (İnsanların en iyisi, insanlara faydalı olandır) buyuruldu.)
Gösteriş için, övünmek için kazanmak tahrimen mekruhtur. Mültekâ kitabında haramdır denildi. Çalışmak rızkı arttırmaz. Rızkı veren, Allahü teâlâdır. Çalışmak, sebebe yapışmaktır. Sebeplere yapışmak sünnettir. (Kıyâmet ve Âhiret s. 309)
***
Sual: Hangi milletten olursa olsun, inansın veya inkâr etsin, her insanda inanma duygusu, din hissi var mıdır?
Cevap: İslâmiyetin meydana çıktığı Arabistan yarımadasında, putlara, heykellere tapılıyordu. Fikirler, çok tanrının varlığına saplanmış idi. Din-i islâm bunun için, şirkin kötülüğü üzerinde çok durmuştur ve bunun için, Müslüman olmak, Kelime-i tevhid ile başlamıştır. İnsanlar yaratılışta din hissine maliktir, sahiptir. Bunun için, Allaha inanmayan kimse, ruh hastası, psikopat demektir. Böyle kusurlu insanlar, büyük manevi bir destekten mahrum olup, pek acınacak bir hâldedirler. Avrupa fikir adamlarından birinin; “Dindarlık büyük bir saadettir. Fakat ben bu saadete kavuşamadım” dediği gibi, bizdeki dinde reformculardan Tevfik Fikret de, Târîh-i Kadîm adını verdiği manzum bir eserinde, Müslümanlık ile ve iman sahibi olmakla alay ettiği hâlde, şairlik ruhundan fışkıran ve önü alınamayan şu şiirinde imanlı olmak ihtiyacını da bildirmiştir:
Bu yalnızlık, bu bir gurbet ki, benzer gurbet-i kabre,
İnanmak! İşte âğûş-i rûhânî, o gurbette.
***
Sual: İtikadı bozuk olanların, açıkça, aleni olarak büyük günah işleyenlerin, dinî konularda söylediklerine veya dinî konulardaki şahitliklerine itibar edilir mi, güvenilir mi?
Cevap: Mezhepsizlerin bir kısmı, Ehl-i sünnet olan Müslümanları, müşrik diyerek kötüledikleri için, diğer bir kısmı da Eshab-ı kiramın çoğunu ve üç halifeyi ve hazret-i Aişe'yi açıkça kötüledikleri için, şahitlikleri kabul olmaz.
Açıkça bir büyük günah işleyen veya küçük günah işlemekte ısrar eden, adil olmaz. Bunun şahitliği kabul edilmez. Günahı gizli olanın adaleti gitmez. Yetmişiki bidat fırkasının birinde olmak büyük günahtır. Dürr-ül-muhtârın Tahtâvî haşiyesinde deniyor ki:
“Yetmişiki bidat fırkasından, kâfir olmayanları, ehl-i kıbledir. Bu büyük günahları kalplerinde gizli olduğu için, şehadetleri kabul olunur. Fakat, bunlardan mâcin olanın, yani sapık itikadını başkalarına bulaştırmak çabasında olanın şehadeti kabul olmaz.”
Bir büyük günahı bir kere işleyen veya küçüklerini işlemekte ısrar, devam eden birinin okuduğu ezana güvenilmez. Dinde reformcuların, mezhepsizlerin bildirmeleri de, namaz vakitlerinin ve Ramazanın başlamasına delil olmaz.