Cevap: Boğularak, yanarak, garip, kimsesiz olarak, duvar ve enkaz altında kalarak ölenler, ishalden, bulaşıcı hastalıklardan, lohusalıkta, sara hastalığında, cuma gecesinde ve gününde, din bilgilerini öğrenmekte, öğretmekte ve yaymakta iken ölenler, aşık olup, aşkını, iffetini, namusunu saklarken ölenler, zulüm ile hapsolunup ölenler, Allah rızası için müezzinlik yaparken, İslâmiyete uygun ticaret yaparken, çoluk çocuğuna din bilgisi öğretirken ve ibadet yapmaları için çalışırken vefat edenler, her gün yirmibeş kere “Allahümme bârik lî filmevt ve fî-mâ ba’d-el-mevt” okuyanlar, Duha, kuşluk namazı kılanlar, her ay üç gün oruç tutanlar, yolculukta da vitir namazını terketmeyenler, ölüm hastalığında, kırk kere “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü min-ez-zâlimîn” okuyanlar, her gece Yasîn okuyanlar, abdestli olarak yatanlar, devamlı olarak dinini korumak için dünyalık verenler, gıda maddeleri getirip ucuza satanlar, soğukta gusül abdesti alınca hastalanıp ölenler, her sabah veya akşam devamlı olarak üç kerre “E’ûzü billâhissemî’il’alîmi mineş-şeytânirracîm” ile Haşr sûresinin sonunu okuyanlar Ahiret şehidi olurlar.
***
Sual: Allahü teâlânın gönderdiği bütün peygamberler, günah işlemekten korunmuşlar mıdır ve bedeni kusurlar kendilerinde hiç bulunmaz mı?
Cevap: Peygamberler, İnsanları, Allahü teâlânın beğendiği yola kavuşturmak, doğru yolu göstermek için gönderilmişlerdir. Resûl demek, yaratılışı, huyu, ilmi, aklı, zamanında bulunan bütün insanlardan üstün, kıymetli, muhterem bir zat demektir. Hiçbir kötü huyu, beğenilmeyecek hâli yoktur. Peygamberlerde İsmet sıfatı vardır ki, Peygamber olduğu bildirilmeden önce ve bildirildikten sonra da, küçük ve büyük hiçbir günah işlemezler. Bir Peygamberin, Peygamber olduğu bildirildikten sonra, Peygamber olduğu yayılıncaya, anlaşılıncaya kadar, körlük, sağırlık ve benzerleri ayıp ve kusurları da olmaz. Her Peygamberde yedi sıfatın bulunduğuna inanmak lazımdır ki bunlar; Emânet, sıdık, tebliğ, adâlet, ismet, fetânet ve emnül-azldır ki Peygamberlikten azledilmezler demektir. Fetânet, çok akıllı, çok anlayışlı demektir.
***
Sual: Mezhepsiz veya bidat ehlini imam yapmak câiz midir?
Cevap: İmama uymanın doğru olması için, gerekli olan şartlardan biri şöyledir:
Bid’at sahibi kimsenin imam olması tahrimen mekruhtur. Ehl-i sünnet itikadına uymayan bir inanış sâhibine (Mezhepsiz) denir. Mezhepsiz, eğer Kur’ân-ı kerimde ve hadîs-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan bir şeye inanmamış veya şüphe etmiş ise, (Küfür) olur. Açık olarak bildirilmemiş şüpheli olan delilleri tevil ederek yanlış mana vermiş ise, (Bidat) olur. Dünyanın yaratıldığına inanmamak, böyle gelmiş, böyle gider demek, küfürdür. Cennette, müminlerin Allahü teâlâyı göreceğine inanmamak bidattir. Fakat, nasslara yanlış anladığı için inanmamak bidat olur. (Böyle şey olmaz. Aklım kabul etmez) diyerek tahkir ederse, yine kâfir olur. Bidat hakkındaki hadîs-i şerifler, (Hadîka) ve (Berîka)nın başında ve Farisi (Eşi’at-ül-leme’ât)ın 125.ci sahifesinde mevcuttur. (Eşi’a)dekiler, (Mazheriyye) kitabımıza da nakledilmiştir.
Küfre sebep olan bir şey söylemedikçe ve yapmadıkça (Ehl-i kıble)ye, yani namaz kılana (Kâfir) denmez. Fakat, Kur’ân-ı kerimde ve hadîs-i şeriflerde açıkça bildirilen ve Müslümanların asırlar boyunca inandığı bir şeye uymayan söz ve işte bulunan bir kimse, bütün ömrünce namaz kılsa, her ibadeti yapsa da, buna (Kâfir) denir. Meselâ, Allahü teâlâ zerreleri, yaprak sayısını, gizlileri bilmez dese, kâfir olur. Ebû Bekir ile Ömer’den “radıyallahü anhümâ” başka sahabiyi, dinî bir sebeple kötüleyen, bidat sahibi olur. Bir harama mubah diyen kimse, bir âyete veya hadîs-i şerife dayanarak, samimi söylüyorsa, kâfir olmaz. Nassa dayanmadan, keyfi için söylüyorsa, kâfir olur. Ebû Bekir ile Ömer’in hilâfete seçilmeleri haklı değildi demek, bidattir. Hilâfete hakları yok idi demek küfürdür. (Tam İlmihal s. 252)