Cevap: Bu konu hakkında Seâdet-i Ebediyye kitabında, şu bilgiler verilmektedir:
“Mikroplar, diğer hayvan ve bitkiler gibi canlı mahluklar olup, insanlara zararlı veya faydalı olmak gayesinde değildir. Bunların gayesi, her canlıda olduğu gibi, yaşamak arzusudur. Birçok insan, mikrop deyince, yanlış olarak, insana düşman olan mahluk zanneder. Hâlbuki Allahü teâlâ, çok şeyleri yaratmasına, mikropları sebep ve vasıta kılmıştır. Cenâb-ı Hakkın iradesi, dilemesi ile, çeşitli işlerin yapılmasında vazife görüyorlarsa da, umumi olarak zararsız, faydalı ve zararlı olmak üzere üç sınıftırlar. Yüzde sekseninin insanlarla alakası yoktur. Yüzde iki kadarı, faydalıdır. Mesela, bize, peynir, sirke, hamur, maya ve saire yaparlar. Bir kısmı ile de, beraber yaşamaktayız. Her nefeste, binlercesi içimize girer. Cilt, ağız, burun, teneffüs yolları, mide, bağırsak ve saire yerlerimiz bunlarla doludur. Yalnız ağzımızda, elli çeşit mikrop çalışmaktadır. İnce bağırsaklarda da, çeşitli ihtisaslara malik olan yirmibeş türlü mikrop çeşidi vardır. İnsan, bu işçilerinin yevmiyesini gıda olarak verip, güç hazım olan gıdaların hazmını bunlara yaptırır.
Her insanda mevcut bu mikroplar, zararlı değildir. Dışarıdan vücudumuza zararlı mikrop da girmektedir. Hiçbir gün yoktur ki, hepimiz verem mikrobu yutmamış olalım. Süt ineklerinin yarıdan fazlası tüberkülozdur. Pastörize edilmeyen her sütte verem mikrobu üç bine kadar çıktığı nadir değildir. Hemen her tereyağının yüz gramında, binlerce verem mikrobu vardır. Öldüğü zaman vücudunda verem hastalığı başlamamış insan, yok gibidir. Tüberkülozdan bademcikleri şişmemiş çocuk azdır. Diğer hastalık mikropları da, her yerde mevcuttur. Herkesin ağız ve burnunda difteri ve grip mikropları yaşamaktadır. Hâlbuki üzerimizi saran bu düşmanlardan zarar görmüyoruz.
Bizi zararlı mikroplardan koruyan üçüncü ve en mühim vasıta, içimizdeki sadık arkadaşlarımız olan mikropların, yabancı mikropları istememeleridir. Bunlar, yerlerini yabancı mikroplara bırakmak istemez. Demek ki, hastalığın insana geçmesi muhakkak, kesin olmuyor. Hadîs-i şerifte de böyle buyurulmuştur.”
***
Sual: Cemaatle namaz kılmak için camiye gitmek şart mıdır, gitmemek için özürler var mıdır? İmamlık şartları aynı olanlarda öncelik sırası nasıldır?
Cevap: İmama uymanın doğru olması için, gerekli olan şartlardan bir kısmı şöyledir:
Cemaat ile kılmak vacibtir diyenler de çoktur. Irak alimlerine göre “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, vacibi özürsüz bir kere bile terk etmek günah olur. Terk etmeği âdet ederse, sözbirliği ile günah olur. Sünneti terk ise, günah olmaz. Bir camide cemaati kaçıran kimsenin, başka camide araması müstehabdır.
Hastanın, felçlinin, bir ayağı kesik olanın, yürüyemeyen ihtiyarın ve âmânın cemaate gitmesi lâzım değildir. Yardımcıları, nakil vasıtaları olsa da, lazım değildir. Yağmur, çamur, çok soğuk ve karanlık da, özürdür. Çok rüzgâr, yalnız gece özür olur. Hırsız ve başka sebeple malı gitmek korkusu, fakir olanın alacaklısından korkusu, canı ve malı için zalimden korkusu, abdest sıkıştırması, yolcunun nakil vasıtasını kaçırmak korkusu, hastaya bakmak, imrendiği yemeği kaçırmak korkusu, fıkıh bilgisini öğrenmeği kaçırmak korkusu, cemaate gitmemek için özürdür. İmamın bid’at sâhibi olduğunu veya abdestin, guslün, namazın şartlarını gözetmediğini bilmek de özürdür. Bu şartları daha çok bilenin ve gözetenin, başkalarından önce imam seçilmesi lâzımdır. Bundan sonra, tecvid ile okuyan seçilir. Hâfız olması şart değildir. Bunlar birkaç kişi ise, vera’ sâhibi olan seçilir. Vera’, şüphelilerden kaçınmak demektir. Bundan sonra, yaşı çok olan seçilir. Bundan sonra, sıra ile, huyu, yüzü, nesebi, sesi, elbisesi güzel olan seçilir. Bunlar birkaç kişi ise, aralarından malı, mevkii çok olan seçilir. Bunlar da benziyor ise, mukim misafire imam olur. Seçimde uyuşulmazsa, çoğunluğun seçtiği imam olur. Daha üstünü varken, başkası seçilirse, çirkin olur. Fakat, günah olmaz. Emir ve vali seçimi de böyledir. Halife seçiminde ise, en üstün olanı seçmemek günahtır. Bir evde, ziyafette, seçim aranmadan, ev sahibi, ziyafet sahibi imam olur. Yahut, imamı bu seçer. Kiracı, ev sahibi demektir. İstenmeyen kimsenin imam olması mekruhtur. (Tam İlmihal s. 251)
***
Sual: Cin diye bir varlık var mıdır, varsa insanlar gibi erkek ve dişi olarak mı yaratılmış ve yaptıklarından sorumlu mudurlar?
Cevap: İnsanlar, ilk olarak, topraktan yaratıldığı gibi, cin de, alevden yaratıldı. Cin de, erkek ve dişi olur. Evlenmeleri, evleri, yemeleri, içmeleri, üremeleri, ölmeleri hakkında ve Muhammed aleyhisselâmın onlara da Peygamber olduğu, Kur’ân-ı kerimi dinledikleri, ibadet ettikleri, sadaka verdikleri, iyi işlerine sevap verildiği, cin kafirlerinin Cehenneme gireceği, müminlerinin Cennete gireceği ve Cennette Allahü teâlâyı görecekleri, çeşitli kitaplarda yazılıdır.
Cinnilerin insan âlimlerine sual sorup fetva aldıklarını, insanlara vaaz etmelerini, insanlara şiir söyleyip insanların işitmesini, insanlara, hastalık tedavisi, ilaç öğrettiklerini, insandan korktuklarını, insanlara itaat ettiklerini bildiren, âlimlerimizin çeşitli yazıları vardır. Bu kitaplar, cinnin varlığını göstermektedir. Cinnilerin insanlara olan zararlarına karşı tedbir alınması, cinnin zararına karşı korunulması, cinnilerin küçükleri yükseklerine itaat ettikleri, insanların iyiliklerine karşı iyilik yaptıkları, kötülüğe karşı kötülük ve zarar yaptıkları, cinnin insanlarla alay ettikleri, cinnin insan gibi, nazarları değeceği, bilhassa Ramazan ayında azdıkları, cinnin insanlarla ibadet ettikleri, Server-i âlem efendimizin Ümm-i Mabedin çadırında misafir olduğunu Mekke ahalisine haber vermeleri, Ümm-i Mabedin Müslüman olduğunu haber vermeleri, Bedir muharebesini haber vermeleri, geçmiş şeyleri cinden sormanın caiz olduğu, ileride olacak şeyleri sormanın caiz olmadığı, müezzinlerin ezanlarına, kıyamette, cinnilerin şahit olacakları, hazret-i Ömer vefat ettiği zaman, mersiye okudukları, hazret-i Osman şehit olunca, ağlayıp inledikleri, hazret-i Alinin şehit olduğunu haber verdikleri, hazret-i Hüseyin şehit olunca ağlayıp, bağırdıkları ve başka Sahabiler şehit olunca bildirdikleri, Ömer bin Abdül'azîz hazretlerinin vefatını haber verdikleri, İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe ve İmâm-ı Şâfi hazretlerinin vefatlarında ağladıkları, cinnin insan kalbine vesvese getirdiği ve daha pek çok meşhur hadise ve işler kıymetli kitaplarda yazılıdır. Bunların hepsi, cinnin varlığını göstermektedir.