Cevap: Her müminin İtikatta ve Amelde mezhebini öğrenmesi vaciptir. Mezhep, yol demektir. Kur’ân-ı kerimde ve hadîs-i şeriflerde kapalı bulunan bilgileri, müctehid denilen derin âlimler, ictihad ederek bulur. İtikatta mezhebimiz Ehl-i sünnet ve cemaat mezhebidir. Ehl-i sünnet ve cemaat mezhebi demek, Resûlullah efendimizin Eshâbının ve cemaatinin itikadı ve imanları demektir. Eshâb-ı kiramın her biri müctehiddir. İslâm dininin nurudur, ışığıdır. Müslümanların imamları, önderleri ve senetleridir. Onların yolundan ayrılan, Cehenneme gider. Ehl-i sünnet fırkasının imamı, önderi ikidir: Birisi Ebû Mensûr Mâ-Türîdî hazretleridir. İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin mezhebinde yetişen derin bir âlimdir. Hanefi âlimleri, bunun mezhebindedirler. İkincisi, Ebül Hasen-i Eş'arî hazretleridir. Şafii mezhebindeki âlimlerin büyüklerindendir. Çok derin âlimdir. Bu iki mezhep arasında çok az fark vardır.
***
Sual: Namaz vakitlerinde ve oruç tutmakta, hesapla bulunan takvimlere itibar edilebilir mi?
Cevap: İbadetlerin vakitlerini tayin ve tespit etmek, yani anlayıp anlatmak, din bilgisi ile olur. Fıkıh âlimleri, müctehidlerin bildirdiklerini fıkıh kitaplarında yazmışlardır. Bildirilmiş olan vakitleri, hesap etmek caizdir. Hesap ile bulunanların, din âlimleri tarafından tasdik edilmesi şarttır. Namaz vakitlerini ve kıbleyi hesap ile anlamanın caiz olduğu İbni Âbidînde ve Fetâvâ-i Şem-süddîn Remlîde yazılıdır. Mevdû'ât-ul-ulûmda deniyor ki:
“Namaz vakitlerini hesap etmek, farz-ı kifayedir. Müslümanların, namaz vaktinin başını ve sonunu güneşin hareketinden veya âlimlerin tasdik ettiği takvimlerden anlamaları farzdır.”
***
Sual: Hayatta olan herhangi bir Müslüman için, "muhakkak Cennetliktir" denilebilir mi?
Cevap: Bir insanın ahirette mümin olup olmayacağı, son nefeste belli olur. Altmış senelik bir kâfir, ölümünden az önce, Müslüman olsa, ahirette mümin olarak dirilir. Peygamberlerden ve Cennete gidecekleri bildirilmiş olanlardan başka, hiç kimse için Cennetliktir denilemez. Çünkü, son nefesin nasıl olacağı bilinemez.
***
Sual: Ezan cami içinde ve hoparlör ile okunur mu? Bir şehirde, bir köyde, bir mahallede ezan okunmazsa, hükûmetin zorla okutması gerekir mi?
Cevap: Kâdîhân “rahmetullahi aleyh” fetvasında diyor ki, (Bir şehirde, bir köyde, bir mahallede ezan okunmazsa, hükümetin zorla okutması lâzımdır.) (Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, (Ezan, caminin dışında veya minarede okunur. Yüksekte okumak ve sesini çoğaltmak için kendini zorlamamak sünnettir). Görülüyor ki, ezan ve ikameti hoparlör ile okumağa lüzum yoktur. Çünkü, her mahallede ezan okunmaktadır. İbadetleri teyp, radyo ve hoparlörle ve televizyonla yapmak bid’attir. Bid’at büyük günahtır. [Müezzin ezanı ve imam efendi kıraati cami civarında bulunan ve camideki cemaate işittirecek kadar tabii sesleri ile okur. Uzaklardan işitilmesi için, kendilerini zorlamaları mekruhtur. Hoparlör [Mizmar] kullanmağa lüzum olmadığı buradan da anlaşılmaktadır. (Müncid)de diyor ki, her türlü ses çıkaran âletlere (Mizmar) denir. Davul, def, ney, zurna, keman, ud, hoparlör, teyp, televizyon, birer mizmardır. İbni Hacer-i Mekkî, (Keffür-reâ’ an muharremât-ilâ lehvi vessimâ’) kitabında diyor ki, (Hadîs-i şerifte (Davulu ve mizmarı yok etmek için emrolundum) ve (Bir zaman gelir ki, Kur’ân-ı kerimi mizmarlardan okurlar. Okuyanlara ve dinleyenlere Allahü teâlâ lanet eder) buyuruldu.) Ezan ve mevlid okumak da böyledir.] (Tam İlmihal s. 247)