Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Allahü teâlâ, kimseye karışılmamasını sevseydi, Peygamberleri göndermez, dinleri bildirmez, insanları İslâm dinine davet etmez ve diğer dinlerin yanlış, bozuk olduğunu haber vermezdi ve geçmiş Peygamberlere inanmayanları azaplarla helak eylemezdi. Herkesi kendi hâline bırakır, kimseye bir şey emretmez ve inanmayanlara azap yapmazdı. Allahü teâlâ, Müslümanlara, insanların İslâmiyeti işitmelerine, Müslüman olmalarına mâni olan kâfirler ile cihad etmeyi niçin emreyledi? Halbuki, cihadda kâfirler için eziyet ve ölüm olduğu gibi, Müslümanlara da vardır. Kur’ân-ı kerimde ve hadîs-i şeriflerde cihad için, cihad eden devletler ve şehitler için faziletler, meziyetler ne sebepten bildirildi? İslâm düşmanlığı yapan zalim krallara saldırmak, onlara sıkıntı vermek ve Allahü teâlânın bu mahluklarını harap etmek, niçin emrolundu? Nitekim insana, kendi nefsine düşmanlık etmesini ve nefislerin, Allahü teâlâya düşman olduğunu bildirdi ve nefis ile cihad etmeye cihad-ı ekber ismini verdi ve Allahü teâlâ neden rızasını ve yakınlığını bu cihada bağladı? Allahü teâlâ, niçin nefisleri kendi başına bırakmadı? Demek ki bunlar, Allahü teâlânın düşmanlarıdır. Allahü teâlâ nihayetsiz merhametinden dolayı, evvela Peygamberleri sonra bunların yerine, evliyayı ve ulemayı davetçi gönderdi. Bunların dilleri ve kalemleri ile sevaplarını ve azaplarını bildirerek, özre ve bahaneye yol bırakmadı. Allahü teâlâ, isteseydi, herkesi doğru yola iletir, Cennete sokardı. Fakat, ezelde Cehennemi doldurmak istedi. Allahü teâlânın büyüklüğünü anlayabilen, Ona sebebini soramaz.
Peygambere tabi olan, insanları davet etmekte ve emr-i ma’rûf, nehy-i münker etmekte de tabi olur. Azgın kâfirler, Allahü teâlânın düşmanı olmasaydı, Buğd-ı fillâh farz olmazdı. İnsanı Allahü teâlâya yaklaştıran şeylerin birincisi olmazdı. Evliyalığın ele geçmesine ve Allahü teâlânın rızasının ve hubbunun, sevgisinin husulüne sebep olmazdı. Peygamber Efendimiz; (İbadetlerin efdali, Müslümanları Müslüman oldukları için sevmek, kâfirleri, kâfir oldukları için, sevmemektir) buyurdu.”
***
Sual: Vitir namazı nasıl kılınır, ezan ve ikamet okumak gerekir mi?
Cevap: (Mevkûfât)da diyor ki, (İmâm-ı a’zam “rahmetullahi aleyh” Vitir namazı vacibtir buyurdu. İki imam ise, sünnettir dedi. [Maliki ve Şafii mezheplerinde de sünnettir.] Buna ezan ve ikamet okunmaz. Üçüncü rekatte rüküya eğilmeden önce, her zaman, arabî bir dua okumak vacibtir. Vaktinde kılmayanın kaza etmesi lâzımdır. Vitir diye niyet de lâzımdır. Vitir namazı, üç rekattir. Üçüncü rekat bitince selâm verilir. Üç rekatte de Fâtiha ve zamm-ı sûre okunur. Üçüncü rekatte, zamm-ı sûre okuduktan sonra, iki el, iki yana salıverilmeden, doğruca kulaklara kaldırılarak (Allahü ekber) denir. Sonra eller, iki yana salıverilmeden, doğruca bağlanır. Hemen iki Kunut duasını okumak vacibtir. Bu (Kunut duaları)nı bilmeyen kimse, üç kere istiğfar okur. Meselâ (Allahüm-magfir lî) der. Yahut bir kere (Rabbenâ âtinâ...) âyetini sonuna kadar okur. Vitir namazından başka namazlarda Kunut duası okunmaz.
Vitir namazı, yalnız Ramazanda cemaat ile kılınır. Ramazanda yatsının farzını cemaat ile kılmayanlar, toplanıp da, Teravihi ve Vitri cemaat ile kılamazlar. Çünkü, Teravih, yatsının cemaati ile kılınır. (Hindiyye)de diyor ki, (Farzı yalnız kılan, Teravihin cemaatine katılır. Kaçırdığı rekatlerini tamamlar. Teravihi cemaat ile kılamayan, farzı kıldığı imam ile Vitri kılabilir. Vitri cemaat ile kıldıktan sonra, başka camiye giden, imam farzı kılıyorsa farza, Teravihi kılıyorsa, buna niyet ederek, imama uyarsa, bir kavle göre sahih olur. Teravih kılındığını anlarsa, farzı kılmamış ise, bir kenarda farzı kılıp, sonra imama uyar.
İmam, rüküya çabuk eğilirse, (Sübhâneke)yi çabuk okuyup veya yarıda bırakıp imama rüküda yetişmelidir. Kunutu unutan, rüküdan sonra okumaz. Namazın sonunda, secde-i sehiv yapar. İmam, Kunut okumazsa, cemaat da okumaz. Şafii imam, sabah namazında, rüküdan kalkınca, Kunut okurken, buna uymuş olan Hanefî kimse, Kunut okumaz. Ayakta bekler. Vitir namazını gece yarısından sonra kılmak çok sevab ise de, uyanamayan, yatsının son sünnetinden sonra, yatsı ile birlikte, erken kılmalıdır). Vitri yatsının farzından evvel kılmak sahih olmaz. Çünkü, ikisi arasında tertip, İmâm-ı a’zama göre vacibtir. Unutarak evvel kılan, Vitri iade etmez. İki imama göre, Vitir yatsıya tabidir. Yatsıdan evvel kılanın iade etmesi lâzımdır. (Tam İlmihal s. 228)
***
Sual: Şükür secdesi ne zaman ve nasıl yapılır, namazdan sonra şükür secdesi yapmak câiz midir? Farz veya vaciblere inanmayanın durumu ne olur? İslâmiyeti bildiren deliller nelerdir?
Cevap: (Şükür secdesi) de, tilâvet secdesi gibidir. Kendisine nimet gelen veya bir dertten kurtulan kimsenin, Allahü teâlâ için secde-i şükür yapması müstehabtır. Secdede önce, (Elhamdülillah) der. Sonra, secde tesbihini okur. Namazdan sonra şükür secdesi yapmak mekruhtur. (Mektûbât-ı Ma’sûmiyye) birinci cild, 124. cü mektupta da yazılıdır. Cahillerin sünnet veya vacib sanacağı mubahları yapmak da, tahrimen mekruhtur. (Bid’at) hâsıl olmasına sebep olur.
(Redd-ül-muhtâr)da vitir namazını anlatırken diyor ki, (İnanması da, yapması da farz olan emirlere (Farz) denir. Farz olduğuna inanmayan, kâfir olur. Yapmayan, tevbe etmezse, Cehennem azabı çeker. İnanması farz olmayıp, vacib olan, yapması farz olan emlere (Vacib) denir. Vacib olduğuna inanmayan kâfir olmaz. Vacibi yapmayan da, tevbe etmezse, Cehennemde azab çeker. Vacibin, ibadet olduğuna, yapılması lâzım olduğuna inanmayan kâfir olur. Çünkü, vacib olduğu, sözbirliği ile ve zaruri olarak bildirilmiştir. Kur’ân-ı kerimde (Kati delil) ile, yani açıkça bildirilmiş ve sözbirliği ile anlaşılmış emirlere farz denir. Kur’ân-ı kerimde (Şüpheli delil) ile, yani açık olmayarak bildirilmiş veya bir sahâbînin bildirmesi ile anlaşılmış olan emirlere vacib denir.
Ahkâm-ı islâmiyyeyi bildiren deliller, vesikalar dörttür: Sübûtü ve delâleti kati olanlar. Açık anlaşılan âyetler ve tevatürle, yani sözbirliği ile bildirilmiş açıkça anlaşılan hadîsler böyledir. İkincisi, sübûtü kati olup, delâleti zannî olanlar. Açıkça anlaşılamayan âyetler böyledir. Üçüncüsü, sübûtü zannî, delâleti kati olanlar. Bir sahâbînin bildirdiği açık hadîsler böyledir. Dördüncüsü, sübûtü de, delâleti de zannîdir. Bir sahâbînin bildirdiği, açık anlaşılamayan hadîsler böyledir. Birincisi, farz ile haramları, ikincisi ve üçüncüsü, vacib ile tahrimen mekruhu, dördüncüsü, sünnet ile müstehabı ve tenzihi mekruhu bildirir. Bir sahâbînin haberini veya kıyası tevilsiz red etmek (Bid’at)dir.) (Tam İlmihal s. 230)