Cevap: İngilizler, İslâmiyeti yok etmek ve Müslümanları içeriden yıkmak için yetiştirdikleri casuslarını, Müslüman kılığında Müslüman ve bilhassa Osmanlı devletinin içine gönderiyorlardı. Bunlardan birisi de Hempher’dir. Hempher, hatıratında, kendisi gibi Müslüman devletlere gönderilen casuslardan ancak dördünün Londra’ya dönebildiğini anlattıktan sonra diyor ki:
“Sekreter, ilk birkaç raporumdan sonra, dördümüzün raporlarının tetkik edilmesi için, bir toplantı yaptı. Arkadaşlarım, vazifeleriyle alakalı raporlarını teslim ettikten sonra, ben de raporumu verdim. Benimkinden bazı kısımlarını not ettiler. Nazır, sekreter ve toplantıya katılanların bir kısmı, çalışmalarımı takdir ettiler. Fakat, yine de üçüncü sıradaydım. Birinciliği arkadaşım George Belcoude, ikinciliği ise Henry Franse kazanmıştı.
Türkçe ve Arabi lisanları ile Kur'ân-ı kerim ve ahkam-ı islâmiyyeyi çok iyi öğrenmiştim. Fakat, nazırlığa Osmanlı Devletinin zayıf noktalarını gösterecek bir rapor hazırlamayı başaramamıştım. İki saat süren toplantıdan sonra, sekreter bu başarısızlığımın sebebini sordu. Ben de;
-Asıl vazifem lisan ile Kur'ân ve İslâmiyeti öğrenmekti. Bunun haricindeki işlere fazla vakit ayıramadım. Fakat, bu sefer sizi memnun edeceğim dedim. Sekreter;
-Şüphesiz sen muvaffak oluyorsun. Fakat, birinci olmanı isterdim dedi ve şöyle devam etti:
-Ey Hempher, gelecek seferki vazifen ikidir:
1- Müslümanların zayıf noktaları ile, onların vücutlarına girip, mafsallarını ayırmamızı sağlayacak noktaları tespit etmektir. Zaten, düşmanı yenmenin yolu da budur.
2- Bu noktaları tespit edip, dediğimi yaptığın zaman yani Müslümanların arasını açıp, onları birbirine düşürebildiğin zaman en başarılı ajan olacak ve nazırlık madalyasını kazanmış olacaksın.”
***
Sual: Bir kimse, “ben kaybolanları, çalınanları bilirim” dese, bu kimsenin imanına bir zarar gelir mi?
Cevap: Bir kimse; “Ben çalınanları ve kaybolanları bilirim” dese, bunu söyleyen ve buna inanan kâfir olur. Bana cin haber veriyor dese, yine kâfir olur. Peygamberler ve cinniler dahi gaybı bilmezler. Gaybı, ancak Allahü teâlâ bilir ve bir de Onun bildirdikleri bilir.
***
Sual: Namazı bozanlardan birisinin de zellet-ül-kâri olduğu kitaplarda yazılıdır. Zellet-ül-kâri ne demektir, nerelerde ve nasıl olur?
Cevap: Namazı bozanlardan birisi de Zellet-ül-kâri yani yanlış okumaktır. Yanlış okumaktaki hata, dört şekilde olabilir:
Birinci şekli; irâbda hatadır ki, harekelerde ve sükunda olur. Mesela şeddeyi hafif okumak veya medleri yani uzatılacakları kısa okumak yahut bunların aksini yapmaktır.
İkinci şekildeki hata ise harflerde olur. Harfin yerini değiştirmek veya kelimeye harf ilave etmek yahut harf azaltmaktır veya harfi ileri geri almaktır.
Üçüncü hata; kelimelerde ve cümlelerde olur.
Dördüncü hata vakıf yani duraklarda ve vasıl yani geçişlerde hata olur. Durulacak yerde durulmaz geçilir, geçilecek yerde de durulur. Bu dördüncü şekil hatada, mana değişse de, bozulmaz.
İlk üç şekilde, manayı değiştirip, küfre sebep olacak mana hasıl olursa, namazı bozar. Yalnız, cümlenin yerini değiştirdiği zaman, arada durursa, bozmaz. Hasıl olan mana küfre sebep olmazsa, Kur’ân-ı kerimde benzeri yoksa, namaz yine bozulur. Gurâb yerine gubâr demek, Rabbinnâs yerine Rabinâs demek, zallelnâ yerine zalelnâ demek, emmâretün yerine emâretün demek ve (amile sâlihan ve kefere fe lehüm ecrühüm) diyerek ve kefere kelimesini eklemek ve mesânî yerine mesânîne demek, essırâtallezîne demek ve bir kavle göre, iyyâ kena'büdü demek yani bir kelimeyi ayırıp, ikinci kelimeye birleştirmek, ve mâ halekazzekere derken (ve) yi unutmak, hepsi bozar. Manasız olur ve Kur’ân-ı kerimde benzeri bulunmazsa, yine bozar. Serâir yerine, serâil demek, halaknâ yerine, laknâ demek, ce'alnâ yerine alnâ demek gibi. Benzeri bulunursa da, mana başka ise, imam-ı Ebu Yusuf bozulmaz dedi. Tarafeyn yani İmam-ı a'zam ile imam-ı Muhammed ise, bozulur dedi. Fetva da böyledir. Benzeri bulunmaz, manası değişmezse, aksini söylediler. Fetva, Tarafeynin sözünedir. Meselâ, ihdinelsırâta deyince ve Rabilâlemin ve iyâke deyince ve yâ mâlik yerine yâ mâli deyince, teâlâ ceddü Rabbinâ derken teâl deyince bozulmaz. Ehad yerine ehat deyince bozulur. [Bezzâziyye]
***
Sual: Namaz kılarken namazın içindeki sünnetleri terk etmenin hükmü nedir?
Cevap: Namaz kılarken namazın sünnetlerinden birini terk etmek mekruhtur.
***
Sual: Sünnet üzere gusül abdesti nasıl alınır? Gusül ederken abdesti bozulursa ne yapmalıdır?
Cevap: Sünnet üzere gusül abdesti almak için, önce, temiz olsalar dahi, iki eli ve avret yerini yıkamalıdır. Sonra bedeninde necaset varsa yıkamalı, sonra, tam bir abdest almalı, yüzünü yıkarken, gusle niyet etmeli, ayakları altında su toplanmıyorsa, ayakları da yıkamalıdır. Sonra bütün bedene üç defa su dökmelidir. Önce üç defa başa, sonra sağ omuza, sonra sol omuza dökmeli, her döküşte, o taraf tamam ıslanmalıdır. Birinci dökmede ovmalıdır. Gusülde, bir uzva dökülen suyu, başka uzuvlara akıtmak câiz olup, orası da temizlenir. Çünkü, gusülde bütün beden, bir uzuv sayılır. Abdest alırken bir uzva dökülen su ile, başka uzuv ıslanırsa, yıkanmış sayılmaz. Gusül tamam olunca, tekrar abdest almak mekruhtur. Gusül ederken abdesti bozulursa, bir daha almak lâzım olur. Şafiiyi ve Malikiyi taklid edenler buna dikkat etmelidir. Abdest bozulmadan, başka yerde almak veya namaz kılıp sonra almak câizdir.
Abdestte ve gusülde, lüzumundan fazla su kullanmak israf olup, haramdır. Sekiz rıtl [yani binkırk dirhem-i şer’î veya üç buçuk kilo] su ile, sünnete uygun gusül edilebilir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir Müd [yani iki rıtl, yani 875 gr.] su ile abdest alır, bir sâ’ hacminde su ile gusül ederdi. [Bir sâ’ 4200 gram sudur. Çünkü, bu fakir, mercimekle yaptığım tecrübelere göre, bir sâ’ 4,2 litredir. Yani, dört litre ve bir litrenin beşte biridir.] (Tam İlmihal s. 133)