Cevap: Yemeye ve içmeye başlarken, besmele okumalıdır. Yemek ve içmek sonunda Elhamdülillah demelidir. Bunları söylemek, yemekten önce ve yemekten sonra el yıkamak, sağ el ile yemek, sağ el ile içmek sünnettir. Resûlullah efendimizin yemekten sonra okuduğu ve okunmasını emrettiği dualar, Şir'at-ül-islâm şerhinde ve Mevâhib-i ledünniyyede yazılıdır.
***
Sual: Yemekten önce ve sonra el yıkarken, gençler ve yaşlılar arasında bir öncelik sırası var mıdır?
Cevap: Yemekten evvel el yıkarken, önce gençler, yemekten sonra, önce yaşlılar yıkar.
***
Sual: Yemekten sonra elleri yıkamayıp sadece kâğıtla silmenin dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Yemekten sonra elleri kâğıda silmenin caiz olmadığı, Fetâvâ-yı Hindiyyede yazılıdır.
***
Sual: Yemeğe başlarken, sofrada bulunanlara hatırlatmak için besmele yüksek sesle söylenebilir mi?
Cevap: Yemeğe başlarken sofradaki herkese hatırlatmak için besmele, yüksek sesle söylenebilir.
***
Sual: Yemek yemeden önce elleri yıkadıktan sonra, havlu ile elleri kurulamanın mahzuru olur mu?
Cevap: Yemekten önce el yıkanınca kurulanmaz. Yemekten sonra yıkayınca bezle silip kurulanır. Yemekten önce el yıkarken ağzı da yıkamak sünnet değildir. Fakat cünübün, ağızını yıkamadan yemesi mekruh olup, hayız hâlindeki hanımın mekruh değildir.
***
Sual: Vücutları parçalanarak ölenler oluyor. Bunlardan bazısının sadece elleri veya ayakları bulunabiliyor. Bu hâldeki ceset parçalarını da gömmeden önce yıkamak gerekir mi?
Cevap: İnsanın yalnız başı veya bedenin yarısı ele geçerse, yıkanmaz ve namazı kılınmaz, öylece gömülür. Bedenin yarıdan fazlası, başı olmasa bile veya bedenin yarısı ve başı bulunursa, yıkanır ve namazı kılınır.
***
Sual: Bir yerde, toplu ölüm sebebiyle Müslüman cenazeler ile gayrimüslim cenazeler karışmış ise, bunların yıkanması, cenaze namazlarının kılınması nasıl olur?
Cevap: Müslüman ve kâfir cenazeleri karışık, alametleri yok ve çoğu da Müslüman ise, hepsinin namazı kılınır. Hepsi Müslüman mezarlığına gömülür. Müsavi, eşit sayıda veya azı Müslüman ise, hepsi yıkanır, kefenlenir, namazları, Müslüman olanlara niyet edilerek kılınır. Hepsi kâfir mezarlığına gömülür.
***
Sual: (Ehl-i sünnetin alâmeti, Şeyhaynın üstünlüğüne inanmak ve iki damadı sevmektir) buyrulmaktadır. Bu ne demektir?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cildi 266. mektupta buyuruyor ki: İmâm-ı Osman’ın imâm-ı Ali’den “radıyallahü anhümâ” yüksek olduğuna gelince, Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğu dedi ki: (Şeyhayndan sonra yani Ebû Bekir’den ve Ömer’den sonra, Müslümanların yükseği Osman’dır. Ondan sonra, Ali’dir “radıyallahü anhüm”.) Dört mezhep imamlarımız da, böyle buyurdu. İmâm-ı Mâlik, Osman’ın “radıyallahü anh” üstünlüğünden şüphe etti, deniliyorsa da, (Şifâ) kitabının sâhibi Kâdî Iyâd, (Sonradan Osman’ın “radıyallahü anh” üstün olduğunu söyledi) diyor. İmâm-ı Kurtubî de, (Doğrusu inşallah budur) diyor. İmâm-ı a’zam Ebû Hanife’nin, (Ehl-i sünnetin alâmeti, Şeyhaynın üstünlüğüne inanmak ve iki damadı sevmektir) sözünden, iki damattan birini, diğerinden üstün görmediği anlaşılıyor diyenler varsa da, bu fakirin anladığına göre, İmâmın böyle söylemesinin, başka sebebi vardır.
Yani, iki damadın “radıyallahü anhümâ” hilâfetleri zamanında, Müslümanlar arasında karışıklık çıkmış, fitneler başlamış olduğundan, kalplerde soğukluk ve kırıklık olduğunu gören İmâm, iki damadı sevmek kelimesini uygun bulmuş ve bunların sevgisine, Ehl-i sünnetin alâmetidir demiştir. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe için Osman’ın “radıyallahü anh” daha yüksek olduğunda şüpheliydi, denilebilir mi? Çünkü, Hanefî mezhebindeki âlimlerin kitapları hep (Üstünlük, hilâfetleri sırası iledir), yazısı ile doludur.
Hulâsa, Şeyhaynın üstün olduğu katidir. Osman’ın, Ali’den “radıyallahü anhüm” daha üstün olması, bu kadar kati değildir. Fakat, Osman’ın, hatta Şeyhaynın üstünlüğünü inkâr edenlere kâfir demekten kaçınmalıdır. Bunları bid’at sâhibi ve doğru yoldan ayrılmış Müslüman bilmelidir. Çünkü, âlimlerimizin bir kısmı bunlara kâfir dememiştir. Bunların hâli, alçak Yezîdin hâline benziyor ki, âlimlerimiz, ne olur ne olmaz diye ona lanete izin vermemiştir. (Mektûbât Tercemesi s. 376)