Cevap: Namazda ve namaz dışında, avret yerini başkalarının görmemeleri için, örtmek farzdır. Rükuda iken, kendi avret yerini kendi görürse, namazı bozulmaz. Fakat, bakması mekruhtur. Cam, naylon gibi, altının rengi görünen şey ile, örtü olmaz. Örtü dar olup veya bol ise de, herhangi avret yerine yapışıp uzvun belli olması, namaza zarar vermez. Fakat, böyle, başkalarına karşı örtülmüş olmaz. Başkasının, böyle belli olan kaba avretine bakmak haramdır. Erkeklerin Sev'eteyn denilen ön ve arka uzuvları ve kaba etleri Kaba avrettir. Yorgan altında çıplak yatan bir hasta, başı yorgan içinde iken, ima ile namaz kılınca, çıplak kılmış olur. Başını yorgandan dışarı çıkarıp kılarsa, yorganla örtülü kılmış olup, caiz olur. İnsanın örtünmesi değil, avret yerinin örtünmesi şarttır. Karanlıkta, yalnız odada, kapalı çadırda çıplak kılmak caiz değildir.
***
Sual: Bir kimse, bir başkasına “ömrün boyunca evim senin olsun” deyince, o ev o kimsenin olur mu ve böyle yapmak caiz midir?
Cevap: Bu konuda İhtiyâr kitabında deniyor ki:
“Ömrî denilen hibe, hediye caizdir. Yani, ömrün boyunca evim senin olsun deyince, öldükten sonra ev, sahibine, sahibi ölmüş ise, vârislerine geri verilir. Rukbî denilen hibe, hediye ise, tarafeyne göre batıldır. Yani, sen ölürsen benim olsun, ben ölürsem senin olsun diyerek evini birisine vermek batıldır. Her biri, ötekinin ölümünü beklediği için, rukbî denilmiştir. Mülk edinmeyi zarara talik etmek, bağlamak, sahih değildir. Bir kimseye giyecek gönderilse, hediye olur. Kabz edince, hediyeyi alınca mülkü olur ve başkalarına da verebilir.”
***
Sual: Bir kimse, önüne konulan yiyeceği, o yiyecekleri ikram edenden izin almadan bir başkasına verebilir mi?
Cevap: Bir kimseyi yemeğe çağırınca, önüne konan şey, hediye edilmiş olmaz, ibâha yani yemesine izin vermek olur. Ancak yediği mülkü olur. Ondan yani yemeği ikram edenden izin almadan, başkalarına veremez.
***
Sual: Erkekler, namazda rükuya gidince, rükuda nasıl durmalıdır?
Cevap: Rükuda, erkekler parmaklarını açıp, dizlerinin üstüne kor. Sırtını ve başını da düz tutar. Rükuda, bacaklar ve kollar da dik tutulur.
***
Sual: Her şeyin yaratılması, Allahü teâlânın varlığını, kudretini nasıl belli ediyor?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cildi 266. mektupta buyuruyor ki: Hareket eden cismin cansız olması, bir failin, bir kuvvet sahibinin mevcut olduğunu, akıl sahiplerine haber veriyor. Bütün sebepler, vasıtalar da böylece, Allahü teâlânın varlığını, kudretini akıl sahiplerine ilan ediyor, bildiriyor. Fakat eblehler, ahmaklar, cismin hareketini görünce, kendiliğinden hareket ediyor sanarak, kuvvet sahibini, faili göremeyip anlayamıyor. Akılları olmadığından, hareket eden cansız cismi, kuvvet sahibi zan ediyor. Bunu hareket ettiren kuvveti, faili inkâr ediyor, kâfir oluyorlar. Allahü teâlânın her şeyi sebeplerle, vasıta ile yapması, yaratması, ahmakların, akılsızların inkârına, küfrüne sebep oluyor. Akıl ve vicdan sahiplerine de hidayet, kurtuluş yolunu gösteriyor. Sebepleri, vasıtaları görerek, Allahü teâlânın varlığını, birliğini, kudretini anlamak, ancak Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vesselâm” irşadı ile, uyandırması ile olmaktadır. İnsan aklı bunu, kendiliğinden anlayamıyor. Bazı kimseler, arada sebepler bulunmaması, her şeyin sebepsiz yaratılması, büyüklüğe daha uygun olur sanıyor. Sebeplerde tesir yoktur, sebepler karışmadan her şey doğrudan doğruya, Allahü teâlânın yaratması ile var oluyor diyorlar. Bunlar anlamıyor ki, sebepleri aradan kaldırmak, hikmeti [yani Allahü teâlânın uygun gördüğünü], âdetini bozmak demektir. Bu hikmette ise, nice faydalar vardır. Ya Rabbi! Bu varlıkta, hiçbir şeyi hikmetsiz, yersiz, uygunsuz yapmadın! Peygamberlerin hepsi “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” her işlerinde, sebeplere yapışırdı ve bununla beraber, işlerin yaratılmasını Allahü teâlâdan dilerdi. Meselâ, Yakup “aleyhisselâm” çocuklarını Suriye’den, Mısra gönderdiği zaman, nazar değmesin diye, (Hepsi bir kapıdan girmeyip, ayrı kapılardan girmelerini) nasihat etti. Bununla beraber, nazar değmemesini Allahü teâlâdan dileyip, (Bu nasihati yapmakla, Allahü teâlânın sizin için dilediğini değiştiremem. Çünkü tedbir, kaderi değiştiremez. Her zaman Onun dediği olur. Sizi Ona emanet ediyorum. Ona güveniyorum. Herkes de, her işinde yalnız Ona güvenmelidir. Herkesin, zavallı bir vasıtadan başka bir şey olmadığını düşünerek, yalnız Ona güvenenlerin imdadına elbette yetişir) dedi. Allahü teâlâ, bu hâli Yûsüf sûresinde, (O âlim idi. Kaza ve kaderimi biliyordu. Ona bildirmiştim. Fakat insanların çoğu, kaza ve kaderimi anlamıyor) mealindeki altmışsekizinci âyetinde bildiriyor ve beğeniyor. [Beyt:
İnsan tedbir alır, sebeplere yapışır, takdiri bilmez,
Allahın takdiri, kulun tedbiri ile değişmez!] (Mektûbât Tercemesi s. 360)