Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cildi 266. mektupta buyuruyor ki: İmanın altı şartından biri de kadere, hayrın ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır. Allahü teâlâ, hayrı ve şerri, iyiyi kötüyü irade eder, ister ve yaratır. İyilerin de, kötülerin de hâlıkı, yaratanı Odur. Fakat, iyiliklerden razıdır. Şerlerden razı değildir. Yani beğenmez. İrade başkadır, rıza başkadır. Aralarındaki farkı, yalnız Ehl-i sünnet âlimleri görebilmiştir. Diğer yetmişiki fırka, bu farkı anlayamayarak, hepsi dalâletde kaldı, yollarını şaşırdı. Meselâ, Mutezile fırkası, herkesi, kendi işinin hâlıkı zan etti ve filânca kimse, filân işi yarattı dedi ve insanlar, imanlarını ve küfürlerini kendileri yaratıyor dedi. [Bunlar, bu yanlış inanışı, âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflerden çıkardıkları için kâfir olmuyor ise de, doğrusunu kabul etmedikleri için, bir müddet Cehennemde yanacaklardır. Fakat âyetden, hadîsden, dinden, imandan haberi olmayanların, devlet ve saltanat sahiplerine yaltaklanmak, teveccüh kazanmak için, yarattın demeleri küfür olur. Allahü teâlâdan başkasına yarattı demek çok tehlikelidir. Yurdumuzun dışındaki alevi ismini taşıyan şiiler de, günahları insanlar yaratıyor. Allah, yalnız iyilik yaratır diyor. İstanbul’da basılan (Eshâb-ı Kirâm) ve (Hak Sözün Vesîkaları) kitaplarında şiilerin bu sözleri yazılmış, çok güzel cevap verilmiştir.]
Şeyh-i ekber Muhyiddîn-i Arabînin “kuddise sirruh” ve izinde gidenlerin kitaplarından anlaşılıyor ki, (Allahü teâlânın Hâdî ismi, imanı ve ibadetleri beğendiği gibi, Mudıl ismi de, küfrü ve günahları beğenmektedir). Bu sözleri de, Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bildirdikleri doğru itikada uymuyor ve îcâba, irâdeyi inkâra yaklaşıyor. Güneş, aydınlatmaktan razıdır demeğe benziyor. (Mektûbât Tercemesi s. 361)
***
Sual: Eflatunun, İsâ aleyhisselam zamanında yaşamadığını söyleyenler var. İslâm alimleri kitaplarında bu hususu nasıl bildiriyor?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cildi 266. mektupta buyuruyor ki: Allahü teâlânın Peygamberi olan Îsâ aleyhisselâmın sözlerini, bunların en büyüğü tanınan Eflâtun işitince, (Biz temiz, olgun, ilerici insanlarız, bize, doğru yol gösterecek kimseye ihtiyacımız yoktur) dedi. Ölüleri diriltiyor, körlerin gözlerini açarak, abraş denilen hastaları iyi ederek kurtarıyor. Yani, kendi fenlerinin, tecrübelerinin yapamadığı şeyleri yapıyor, diye işittiği bir kimseyi, gidip görmesi, hâlini incelemesi lâzım iken, görmeden, anlamadan, böyle cevap verdi. Bu sözleri çok ahmak olduğunu göstermektedir.
[Avrupa kitaplarında ve tercümelerinde, Eflâtunun milattan, yani İsa aleyhisselâmın dünyayı teşriflerinden, [347] sene önce öldüğü yazılıdır. Kendisi meşhur olduğundan, ölüm zamanına inanılırsa da, İsa aleyhisselâma, ancak oniki havari inanıp, Îsevîler az ve asırlarca gizli yaşadıklarından, milat, yani noel gecesi doğru anlaşılamamıştır. Miladın, birinci kânûn [aralık] yirmibeşinde veya ikinci kânûn [ocak] altıncı veya başka gün olduğu sanıldığı gibi, bugünkü miladi senenin bir veya dört sene az olduğu, çeşitli dillerdeki kitaplarda yazılıdır. O hâlde, miladi sene, Müslümanların senesi olan, hicrî sene gibi, doğru ve kati olmayıp, günü de, senesi de şüpheli ve yanlıştır. İmâm-ı Rabbânînin “kuddise sirruh” buyurduğuna göre, üçyüz seneden fazla olarak, noksandır ve İsa aleyhisselâm ile Muhammed aleyhisselâm arasındaki zaman, bin seneden az değildir. (Mevâhib-i ledünniyye) ikinci cild, üçüncü fasılda diyor ki, (İbni Asâkirin Şâ’bîden haber verdiğine göre, İsa aleyhisselâm ile Muhammed aleyhisselâm arasında dokuzyüzaltmışüç [963] sene fark vardır.) Muhammed aleyhisselâm, hicret ederken, tarihçilere göre, şimdi kullanılan miladi senenin 622. ci senesinde Safer ayının son perşembe günü akşama yakın Sevr dağında mağaraya girdi. Pazartesi gecesi mağaradan çıkıp, efrencî Eylül ayının yirminci, rûmî Eylülün yedinci pazartesi günü Medine şehrinin Kubâ dış mahallesine ayak bastı. Bugün, Müslümanların (Hicrî şemsî) sene başı oldu. Acemlerin şemsî senesi, bundan altı ay önce, yani Martın yirminci günü olan Mecusi bayramında başlamaktadır. O gün Rebî’ul-evvel ayının sekizinci günü idi. O senenin Muharrem ayının ibtidâsı, (Hicrî kamerî) sene başı kabul edildi. Bu kamerî sene başı, Temmuz ayının onaltıncı Cuma günü idi. Kubâda dört gece kalıp, Cuma günü çıktı. O gün Medine’ye girdi. Herhangi bir miladi sene başının rastladığı hicrî şemsî sene, bu miladi seneden 622 noksandır. Herhangi bir hicrî şemsî sene başının rastladığı miladi sene, bu şemsî seneden 621 fazladır.] (Mektûbât Tercemesi s. 357)