Cevap: Cami büyük ve kalabalık olduğunda ve imamın sesi de arkadaki cemaat tarafından duyulmadığında, imamın hareketlerine uymak lazımdır. Sesine uymak şart değildir. İmamı göremeyen, imamı görenlerin hareketlerine uyarsa, imamın hareketlerine uymuş olur. İmamın tekbirleri ve imamı görenlerin hareketleri, imamın hareketlerini gösterdikleri için, bunlara uymak caiz olmaktadır. İmamı görmeyenlerin, imamın hareketlerini görebilmeleri için, caminin muhtelif yerlerine televizyon koymaya ihtiyaç yoktur. İmamın sesini duymayanların da, imamı görenlerin hareketlerine ve müezzinlerin seslerine uymaları lazımdır. Bu kolaylıklar varken, camilere televizyon ve hoparlör koymak, İslâmiyetin bildirdiğini beğenmeyip, kendi aklına göre ibadet yapmak olur. Bu ise bir Müslümanın yapacağı şey değildir. Minarelere hoparlör koymak da böyledir.
***
Sual: İmam, farzı kıldırdığı yerde, o vaktin son sünnetini kılamaz mı?
Cevap: İmamın, son sünneti, farzı kıldığı yerde kılması mekruhtur. Biraz sağda veya solda kılar. Namazdan sonra, kıbleye karşı oturması da mekruhtur. İlk safta imama karşı namaz kılan yoksa, cemaate karşı dönüp oturmalıdır. Namaz kılan varsa sağa veya sola dönmelidir. Cemaat için ve yalnız kılan için, bunlar mekruh değildir. Son sünneti başka yerde, hatta evlerinde kılmaları daha iyi olduğu İmdâdda yazılıdır. Farz namazları kılınca, safları bozmak müstehabdır.
***
Sual: Cemaatle namaz kılarken, imamın yapmadığı veya okumadığı şeyleri, cemaat de yapmaz, okumaz mı?
Cevap: Mevkûfâtda bu konuda deniyor ki:
“Beş şeyi imam yapmazsa, cemaat de yapmaz: 1- İmam kunut okumazsa, cemaat de okumaz. 2- İmam bayram namazlarındaki tekbirleri okumazsa, cemaat de okumaz. 3- Dört rekatli namazın, ikinci rekatinde oturmazsa, cemaat de oturmaz. 4- İmam secde âyeti okuyup, secde etmezse, cemaat de etmez. 5- İmam secde-i sehiv yapmazsa, cemaat de yapmaz.”
***
Sual: Ramazan ayında olduğu gibi, vitir namazı diğer zamanlarda da cemaatle kılınabilir mi?
Cevap: Vitir namazı, yalnız Ramazan ayında cemaat ile kılınır. Başka zamanlarda yalnız kılınır.
***
Sual: İslâm dininin esası nedir ve hakiki Müslümanlık nasıl olur?
Cevap: İslâm dininin esası, insanların kalbine büyük bir ferahlık veren, ruhunu temizleyen ve herkes tarafından kolaylıkla anlaşılan Allahü teâlânın yüksek emirlerini yerine getirmektir. Kur’ân-ı kerimde ve hadîs-i şeriflerde ve İslâm âlimlerinin kitaplarında zikir edilen Allahü teâlânın emirlerini kabul edip, onları yerine getirmelidir. Hakiki Müslümanlık budur. Allahü teâlâ, Müslümanların farklı inanışta olmalarını, fırkalar kurmalarını, aralarında iman farkı olmasını men etmiştir. Hele, Müslümanların gizli toplantılar yapmasını, gizli cemiyetler kurmasını, iftira, gıybet gibi haram olan şeylerle meşgul olmalarını yasaklamıştır. Bu husustaki âyet-i kerimelerin meal-i âlileri şöyledir:
Mücâdele sûresinin 9-10. cu âyetlerinde mealen, (Ey iman edenler! Gizli konuştuğunuz zaman, günah işlemeği, düşmanlık etmeği ve Peygambere [ve dolayısıyla Müslümanları idare eden makamlara] karşı gelmeği fısıldaşmayın! Ancak iyilik yapmağı ve Allaha karşı gelmekten sakınmağı konuşun. Öyle gizli toplantılar, Müslümanları üzmek için şeytanın istediği şeydir) buyurulmuştur.
Câsiye sûresinin 17. ci âyetinde mealen, (Din hususunda onlara açık alâmetler verdik. Onlar ise, kendilerine ilim geldikten sonra, birbirini çekememezlikten ötürü tefrikaya [ayrılığa] düştüler. Rabbin bunların birbirinden ayrı düşündükleri hususlar hakkında, kıyamet günü, şüphesiz aralarında hüküm edecektir) buyurulmuştur.
Rûm sûresinin 32. ci âyetinde mealen, (Dinlerinde tefrikaya [ayrılığa] düşüp, fırka fırka olan ve her fırkasının da kendi inançlarını beğenip sevindiği müşriklerden olmayın!) buyurulmuştur. (Herkese Lâzım Olan Îmân s. 463)
***
Sual: Dua ne demektir ve dua yalnızca dil ile mi yapılır?
Cevap: Dua, Allahü teâlâdan bir şey istemek demektir. Dua etmeyen, arzusuna kavuşamaz buyurulmuştur. Dua; Lafzi ve Fiilî olmak üzere iki türlüdür:
1- Lafzi dua; Allahü teâlâdan lafız, söz ile istemektir. Bu duanın kabul olması için şartlar vardır. Bu şartlar, dua edenin Müslüman olması, ihlas sahibi olması, namazlarına devam etmesi, fasık olmaması, yani haram işlememesi, üzerinde kul hakkı bulunmaması gibi şeylerdir. Bu şartlar bulunmayanların duaları kabul olmuyor. Sıkıntı içinde yaşıyorlar.
2- Fiilî dua; istenilen şeyin sebebine yapışmaktır. Allahü teâlâ, her şeyi, bir sebep ile yaratmaktadır. Allahü teâlâdan bir şey isteyenin, bu şeyin yaratılmasına sebep olan şeyi yapması lazımdır. Mesela, bir yeri ağrıyanın, ağrı kesici bir ilaç kullanması lazımdır. Bu ilacı kullanması, fiilî dua etmek olur. Fiilî duanın kabul olması için, sebebin tesirinin kati olması, iyi bilinmesi lazımdır.
Lafzi dua ile fiilî dua birbirine uygun değilse, fiilî dua kabul olur. Müslümanın, iyi ve caiz olan şeylerin sebeplerini bilip, dua için, bu sebepleri yapması lazımdır. Bu sebepler yapılınca, Allahü teâlâ, istenilen şeyi yaratır. Çünkü, sebepleri yapılan şeyi yaratması, âdetidir. Aç olanın bir şey yemesi, fiilî sebebe yapışmak, fiilî dua etmek olur.
(Dua ediniz, kabul ederim) buyurulması, fiilî dua etmeyi emretmektedir.
***
Sual: Bir ibadetin vacip veya bidat olmasında tereddüt hasıl olursa nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Bir şeyin vacip veya bidat olmasında şüphe edilse, bu şeyi yapmak iyi olur. Bidat ile sünnet arasında şüphe olsa, yapmamak lazım olur.
***
Sual: Bir kimsenin, öldüğü odaya, evinin bahçesine gömülmesinde bir mahzur olur mu?
Cevap: Herhangi bir kimseyi öldüğü odayı kazıp, buraya gömmek caiz değildir. Mektep, okul, tekke yanına da gömmeyip, Müslümanların defnedildiği İslâm mezarlığına götürmelidir.
***
Sual: Bir kimsenin, bahçesinin veya arsasının içine istediği derinlikte kuyu, istediği yükseklikte bina yapmasında, dinen bir mahzur var mıdır?
Cevap: Bu konuda Mecellenin 1194. Maddesinde deniliyor ki:
“Bir arsaya sahip olan, üstündeki boşluğa ve toprağın içine de malik olur. İstediği kadar yüksek bina ve derin kuyu yapabilir.”