Cevap: Böyle yapmak, dini oyuncak yapmak olur. Helal ve haram ortadan kalkar. Bu ise, memnudur, haramdır. Müslimdeki hadis-i şerifte;
(Münafık, iki koç arasında dolaşan koyun gibidir. Bir ona gider. Bir ötekine gider) buyuruldu. Buharideki hadis-i şerifte de;
(İnsanların kötüsü, ikiyüzlü olanlardır. Bazılarına bir yüz ile, başkalarına, başka yüz ile görünür) buyuruldu. Bunlar, Tevbe sûresinin 38. âyetinde bildirilen kimselerdir. Bu âyet-i kerimede mealen;
(Nesî, küfürde ziyade olmaktır. Kâfirler bununla aldatılır. Bir ayı helal sayarlar. Başka sene ise, bu ayı haram sayarlar) buyuruldu. Yani bir şeye, bir yıl helal derler. Başka zamanda haram derler. Hadîkada, Hüsn-üt-tenebbüh fit-teşebbüh kitabından alarak deniyor ki:
“Bir kimsenin nefsi, kolaylıkları yapmak istemezse, bunun azimetleri bırakıp, ruhsatla amel etmesi efdal olur. Fakat ruhsatla amel etmek, ruhsatları araştırmaya yol açmamalıdır. Çünkü nefse, şeytana uyarak, mezheplerin kolay yerlerini araştırıp toplamak, yani Telfîk etmek haramdır.
Bir ibadeti yaparken, haraç, sıkıntı yok iken, iki mezhebi karıştırmak Telfîk olur. Müleffikın ibadeti sahih olmaz, bâtıl olur.”
***
Sual: Bir kimse, namazda iken, abdestim var mı, elbiseme necaset bulaşmış mı diye şüphe ederse, nasıl hareket etmelidir?
Cevap: İftitah tekbirini söyledim mi, abdestim var mı, elbisem temiz mi, başımı mesh ettim mi diye şüphe eden bir kimse, ilk olarak şüphe etmiş ise, namazını bozup tekrar kılar. Abdest almaz, elbisesini yıkamaz. Eğer her zaman böyle şüphe ediyorsa, namazını bozmaz, tamamlar.
***
Sual: Evli bir kadın, çocuklarının dinini öğrenmesine mâni olursa, bu kadının kocası, çocukların babası, sorumluluktan kurtulur mu?
Cevap: Ananın, babanın, din bilgilerini öğretmek, Kur’ân-ı kerimi okutmak ve terbiye etmek için çocuklarını zorlaması lazımdır. Kadın çocuğunun okumasına, ahlakına ehemmiyet vermezse, kötü yetiştirirse, erkeğin; “Ben razı değilim, günahı senin olsun!” demesi, kendisini kurtarmaz. Kötülüğe mâni olması lazımdır.
***
Sual: İslâmiyette felsefe var mıdır? İslâm ilimleri ile felsefe mukayese edilebilir mi? Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin birçok sözlerinin, Ehl-i sünnete uymaması, ictihaddaki hatalar gibi kabul edilip kusur sayılmaz mı?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cildi 266. mektupta buyuruyor ki: Aklı olmayan delidir. Aklını kullanmayan sefihtir. Akla uygun iş yapmamak sefâhettir. Aklı az olan da ahmaktır. Yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip, aklın ermediği şeylerde yanılan kimse, eski kafalı felsefecidir. Aklın erdiği şeylerde, ona güvenen, aklın ermediği, yanıldığı yerlerde, Kur’ân-ı kerimin ışığı altında akla doğruyu gösteren yüksek insanlar da, İslâm âlimleridir. O hâlde İslâmiyette felsefe yoktur, İslâm felsefesi, İslâm felesofu yoktur. Felsefenin üstünde olan İslâm ilimleri ve felsefecilerin üstünde olan İslâm âlimleri vardır.
Muhyiddîn-i Arabînin “kuddise sirruh” kitaplarından da Allahü teâlânın, tabiat kuvvetleri gibi, her şeyi iradesiz yaptığı manası anlaşılıyor. Allahü teâlânın kudretini anlatırken, eski Yunan felsefecilerine uyduğu seziliyor. (İsterse yapmaz) demiyor da, (Yapması lâzımdır) diyor. Büyüklerimizin beğendiği, büyük bildiği Muhyiddîn-i Arabînin birçok sözlerinin, Ehl-i sünnetin doğru sözlerine uymaması, yanlış olması, ne kadar şaşılacak şeydir. Hataları, keşfinde, kalbe doğan bilgilerde olduğu için, belki kabahat sayılmaz. İctihaddaki hatalar gibi bir şey söylenemez. Onun büyük olduğunu ve hatalarının kusur sayılamayacağını, yalnız bu fakir söylüyorum. Onu büyük bilir ve severim. Ehl-i sünnet âlimlerinin sözlerine uymayan yazılarını yanlış ve zararlı bilirim. Sôfiyyûndan bir kısmı, onu beğenmiyor ve çirkin şeyler söylüyor. Bütün ilimlerini yanlış ve bozuk biliyorlar. Bir kısmı da ona uyarak, bütün ilimlerini, yazılarını olduğu gibi alıyor. Hepsini doğru biliyor ve doğruluklarını ispat etmeğe kalkışıyor. Bu iki kısım da yanılıyor, adaletten ayrılıyor. Bir kısmı haddi aşıyor. Birisi de, büsbütün mahrum kalıyor. Evliyanın büyüklerinden olan Muhyiddîn-i Arabî “kuddise sirruh” keşiflerindeki hatasından dolayı, büsbütün red olunabilir mi? Fakat, Ehl-i sünnetin doğru sözlerine uymayan, hatalı bilgilerine uyulur mu ve her şeyi de kabul olunur mu? Burada doğru yol, cenâb-ı Hakkın bize ihsan ettiği, iki tarafa sapmayan orta yoldur. [İmâm-ı Süyûtî hazretleri (Tenbîh-ul-gabî) kitabında Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin büyüklüğünü vesikalarla ispat etmektedir. Ebüssü’ûd efendi fetvalarında da ona dil uzatılamayacağı yazılıdır “rahmetullahi teâlâ aleyhim.”] Vahdet-i vücûd bilgisinde, sôfiyyenin çoğunun, Muhyiddîn-i Arabî ile beraber olduğu meydandadır. Kendisi burada da, hususî bir yol tutmuş ise de, sözün esasında ortaktırlar. Bu bilgileri de görünüşte, Ehl-i sünnet itikadına uymuyor ise de, uydurulması kolaydır ve ikisini birleştirmek mümkündür. Bu fakir, cenâb-ı Hakkın yardımı ile, üstadımın (Rübâiyyât)ını açıklarken, bu bilgileri, Ehl-i sünnetin itikadı ile birleştirdim. Aradaki farkın, yalnız sözde ve kelimelerde olduğunu göstererek, her iki tarafın şüphe ettikleri yerleri öyle bir aydınlattım ki, okuyanların hiç şüphesi kalmaz. Görünce anlaşılır. (Mektûbât Tercemesi s. 359)