Cevap: Bu konuda İbni Âbidînde, nikâh şahitlerini anlatırken buyuruluyor ki:
“Bütün akitlerde, sözleşmelerde olduğu gibi, nikâh için birini vekil yaparken de, iki şahit bulunması lazım değildir. Fakat, her akitte iki şahit olması müstehabdır. Nikâh yapılırken ise, şarttır, lazımdır. Ödünç vermekte de, iki şahit vaciptir denildi. Ticaret, vekalet ve bütün akitlerde senet yazmak şart değil ise de, ödünç vermekte lazım, nikâhta da müstehabdır. Vekil yapmakta ve nikâhta, şahitlerin ve vekil yapılacak kişinin kadını tanımaları lazımdır. Yanında iseler, yüzünü görmeleri iyi olur. Başka odadan sesini duyarlarsa, kadın odada yalnız ise, caiz olur. Nikâh kıyılırken, veli veya vekil şahitlerin bildiği kadının yalnız ismini söyler. Şahitlerin tanımadıkları kadının, babasının ve dedesinin adını da söylemesi lazımdır. Tanımak, kimin kızı ve hangi kızı olduğunu bilmek demektir. Şahsını, şeklini bilmek değildir.
Küçük kızın babası, kızının nikâhını kıymak için, bir kişiye emreder. O vekil olan da, bir başkası yanında nikâh yaparsa, baba da orada hazır bulundu ise, caiz olur. Çünkü, vekilin nikâh yapması, babanın yerine olur. Kendi şahit yerini tutar. Baba hazır bulunmazsa, caiz olmaz. Büyük, baliğa kızın babası veya başka bir vekili, bir adam yanında, kızı nikâh yaparsa, kız da hazır ise, caiz olur. Çünkü, velinin ve vekilin sözünü, kız söylemiş gibidir. Veli veya vekil, şahit yerine geçer. Bir adam bir kimseye; 'Kızını bana zevce olarak verdin mi?' dese, o da; 'Evet' veya 'Zevce olarak verdim' dese, nikâh olmaz. Birinci adamın tekrar; 'Kabul ettim' demesi lazımdır. Çünkü, önce sormuştu. Soru ile, sual ile vekil yapılmaz. 'Kızını bana zevce olarak ver!' deseydi, olurdu. Çünkü, emir ile vekil yapmış olur. Bu vekilin cevabı, iki taraf adına söylenmiş olup, iki şahit de varsa, nikâh tamam olur. Vekil, kızın babasının adını yanlış söylerse, nikâh sahih olmaz.
Bir adam, birçok kimseyi, bir kızı almak için gönderse, içlerinden biri, kızın babasına söyleyip, babası veya velisi verse, sahih olur. Çünkü, içlerinden söyleyen vekil olmuş, ötekiler şahit olmuştur.”
***
Sual: Namazın farzlarından rükû, secde ve kâde-i ahîre nasıl yapılır?
Cevap: Rükû üç şeyle tamam olur: Rükûa kıbleye karşı tam eğilmekle. Beli ile başı beraber olmakla. Tumaninet üzere [kalben emin olarak] durmakla.
Secde üç şeyle tamam olur: Secdeye sünnet üzere varmakla. Alnı ile burnu, bir hizada kıbleye karşı yere konmuş olmakla. Tumaninet üzere olmakla. [Sağlam kimsenin yirmibeş santimetreye kadar yükseğe secde etmesi câiz ise de mekruhtur. Çünkü Peygamberimiz ve Eshâb-ı kiramdan hiçbiri, yüksek yere secde etmedi. Daha yükseğe secde ederse, namazı fâsid olur.]
Kâde-i ahîre üç şeyle tamam olur: 1- Erkekler sağ ayağını dikip sol ayağı üzerine oturmakla, kadınlar, teverrük etmekle yani kaba etlerini yere koyup, ayaklarını sağ tarafından çıkarmakla. 2- Tehiyyatı tazim üzere okumakla. 3- Ka’de-i ahîrede, salevat ve dua okumakla. (İslâm Ahlâkı s. 211)
***
Sual: Namazı, vaktinin evvelinde kılmak ile vaktin sonuna doğru kılmak arasında ne fark vardır? Kızı küfvüne, yani dengine vermek ne demektir?
Cevap: Ali “radıyallahü anh” haber veriyor. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Ya Ali! Üç şeyi yapmağı geciktirme: Vakti gelince, namazı hemen kıl! Cenaze hazırlanınca, namazını hemen kıl! Bir kızın küfvünü bulunca, hemen evlendir!) Bu hadîs-i şerifi Tirmüzî “rahime-hullahü teâlâ” bildirdi. Cenaze namazını geciktirmemek için, mekruh olan üç vakitte de kılmalı.
Görülüyor ki, kadını, kızı küfvüne, yani dengine vermek lâzımdır. Küfüv demek, zengin olmak, maaşı çok olmak demek değildir. Küfüv olmak, erkeğin salih Müslüman olması, Ehl-i sünnet itikadında olması, namaz kılması, içki içmemesi, yani İslâmiyete uyması ve nafaka kazanacak kadar iş sahibi olması demektir. Erkeğin, yalnız zengin olmasını, apartman sahibi olmasını isteyenler, kızlarını felâkete sürüklemiş, Cehenneme atmış olurlar. Kızın da namaz kılması, başı, kolu açık sokağa çıkmaması, mahrem olmayan akrabası ile dahi yalnız kalmaması lâzımdır.
Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü anhümâ” haber veriyor. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Namazlarını vakitleri gelince hemen kılanlardan Allahü teâlâ razı olur. Vakitlerinin sonunda kılanları da affeder.) Bu hadîs-i şerifi Tirmüzî “rahime-hullahü teâlâ” bildirdi.
Şafiî ve Hanbelide, her namazı, vaktinin evvelinde kılmak efdaldir. Maliki mezhebi de buna yakındır. Ancak, çok sıcakta, yalnız kılanın, öğleyi geciktirmesi efdal olur. Hanefi mezhebinde, sabah ve yatsı namazlarını geciktirmek ve sıcak zamanlarda öğleyi, hava serinleyince kılmak efdaldir. Fakat öğleyi, imâmeyn kavline göre, ikindi vakti girmeden ve ikindiyi ve yatsıyı da, İmâm-ı a’zama göre, vakti girince kılmak iyi olur, ihtiyatlı olur. Takva ehli olanlar, her işlerinde ihtiyatlı olurlar.
Ümm-i Ferve “radıyallahü anhâ” haber veriyor. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” hangi amelin efdal olduğu soruldu. (Amellerin efdali, vaktinin evvelinde kılınan namazdır) buyurdu. Bu hadîs-i şerifi, imâm-ı Ahmed, Tirmüzî ve Ebû Dâvüd “rahimehümullahü teâlâ” bildirdiler. Namaz, ibadetlerin en üstünüdür. Vakti girer girmez kılınca, daha üstün olmaktadır. (İslâm Ahlâkı s. 288)