Cevap: Müslüman olduğunu söyleyen bir kimsenin, yapacağı her işin, İslâmiyete uygun olup olmadığını bilmesi lâzımdır. Bilmiyorsa, bir Ehl-i sünnet âliminden sorarak veya bu âlimlerin kitaplarından okuyarak öğrenmesi lâzımdır. İş, İslâmiyete uygun değil ise, günah veya küfürden kurtulamaz. Her gün hakiki tevbe etmesi lâzımdır. Tevbe edilen günah ve küfür, muhakkak affolur. Tevbe etmezse, dünyada ve Cehennemde, azabını, yani cezasını çeker.
Erkeklerin ve kadınların namazda ve her yerde örtmesi lâzım olan yerlerine (Avret mahalli) denir. (Avret mahallini açmak ve başkasının avret mahalline bakmak haramdır.) Erkeklerin namazda ayaklarını örtmelerinin sünnet olduğu kitaplarda yazılıdır. İslâmiyette avret mahalli yoktur diyen, kâfir olur. Avret mahallini örtmeği dinimiz emir etmektedir. Avret mahalli açık olan bir erkeğin veya kadının bulunduğu yere ve çalgı, kumar ve alkollü içki ve kadın sesi bulunan bir yere (Fısk meclisi) denir. Fısk meclisine gitmek haramdır. Kalbin temiz olması da lâzımdır. Kalbin temiz olması, güzel ahlâklı olmasıdır. Kalp, İslâmiyete uyarak temizlenir. İslâmiyete uymayanın kalbi temiz olamaz. İcmâ ile, yani dört mezhepte de avret olan bir yerini açmağa ve başkalarının böyle avret mahalline bakmağa helal diyen, ehemmiyet vermeyen, yani azabından korkmayan kâfir olur. Kadınların avret yerini açmaları ve erkekler yanında şarkı söylemeleri ve mevlid okumaları böyledir. Erkeklerin diz ile kasıkları arası, yalnız Hanbelî mezhebinde avret değildir.
(Ben Müslümanım) diyen kimsenin, imanın ve İslâmın şartlarını ve dört mezhebin icmaı, yani söz birliği ile bildirdiği farzları ve haramları öğrenmesi ve ehemmiyet vermesi lâzımdır. Bilmemesi özür değildir. Yani, bilip de inanmamak gibidir. (Kadınların yüzlerinden ve ellerinden başka yerleri, dört mezhepte de avrettir.) İcma ile olmayan, yani diğer üç mezhepten birine göre avret olmayan bir yerini, ehemmiyet vermeyerek açan kâfir olmaz ise de, kendi mezhebine göre, büyük günah olur. Erkeklerin diz ile kasık arasını, yani uyluğunu açmaları böyledir. Bilmediğini öğrenmesi farzdır. Öğrenince hemen tevbe etmeli ve örtmelidir. (İslâm Ahlâkı s. 320)
***
Sual: Kelime-i tevhidi nasıl anlamalıyız ve kelime-i tevhidin fazileti nedir?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Önce, batıl, bozuk ilahları yok etmek, sonra hak olan mabudu bilmek lazımdır. Nasıl olduğu bilinen ve ölçülebilen her şey yok edilmeli, nasıl olduğu bilinmeyen bir Allaha iman etmelidir. Bu yok bilmeyi ve iman etmeyi en iyi anlatan kelime; (Lâ ilâhe illallah) güzel kelimesidir. Peygamber efendimiz; (Zikrin en kıymetlisi, Lâ ilâhe illallah demektir) buyurdu. Bir hadîs-i şerifte; (Yedi kat göklerin ve bunlarda bulunanların ve yedi kat yerin hepsi, Lâ ilâhe illallah kelimesi ile ölçülse, bu kelimenin sevabı daha çok olur) buyuruldu. Nasıl daha çok olmaz ki, bu kelimenin bir kısmı, Allahü teâlâdan başka her şeyi, yerleri gökleri, Arş'ı, Kürsi'yi, Levh ve Kalem'i, bütün âlemi ve âdemi hep yok etmekte, diğer kısmı da, yerlerin, göklerin, tek yaratıcısı, hak olan mabudun var olduğunu bildirmektedir.
Allahü teâlâdan başka her şey, ister afâkta, insanın dışında, ister enfüsde, insanın içinde olsunlar, hepsi anlaşılabilen, ölçülebilen şeylerdir. Âfâk ve enfüs aynalarında görülen her şey de böyledir. Hepsinin yok bilinmesi lazımdır. Bildiğimiz, öğrendiğimiz, hatırımıza, hayalimize gelen, duygu organlarımıza etki eden her şey de böyledir. Hepsi mahlukturlar. Çünkü, insanın bildiği, hissettiği her şey, kendi eseri, yaptığı şeydir. Bizim, Allahü teâlâyı tenzih etmemiz, bir şeye benzemez dememiz, benzetmek olur. Bizim anladığımız büyüklük, küçüklüktür. Tasavvufçulara olan keşifler, tecelliler hep Allahtan başka şeylerdir. Allahü teâlâ Verâ-ül-verâdır. Yani, ötelerin ötesidir. Bunların hiçbirine benzemez.
İbrahim aleyhisselam, kafirlere; (Niçin kendi yaptığınız putlara tapıyorsunuz? Sizleri ve yaptığınız işleri Allahü teâlâ yarattı!) dedi. Bunu Kur’ân-ı kerim haber veriyor. İster elimizle yapmış olalım, ister aklımız ve hayalimizle meydana getirelim, yaptığımız şeylerin hepsi, Allahü teâlânın mahluklarıdır. Hiçbirinin tapınmak için değerleri yoktur. Tapınılmaya hakkı olan, yalnız Allahü teâlâdır. O, bildiğimiz, düşünerek bulduğumuz şeylerin hiçbirine benzemez ve nasıl olduğu anlaşılamaz. Ona gayb yolu ile inanmaktan başka çare yoktur.”