Cevap: Aklı olan bir kimse, zevklerini Allahü teâlânın gösterdiği yoldan temin eder. İslâmın güzel ahlakı ile süslenir. Herkese iyilik eder. Kendisine kötülük yapanlara iyilikle karşılık verir. İyilik yapamazsa, hiç olmazsa sabreder, bölücü olmaz, yapıcı olur. Böylece, kendisi de hem zevklerine, hem de rahata, huzura kavuşur. Hem de, ahiretin sonsuz azaplarından kurtulur.
Görülüyor ki, bütün rahatlıkların, saadetlerin başı, iman etmekte, Müslüman olmaktadır. Ahkâm-ı islâmiyyeye, İslâmiyetin bildirdiği hükümlere uymak lazımdır. Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, faydalı şeyleri yapmalarını emretmiştir ki, bu emirlere Farz denir. Zararlı şeyleri yasak etmiştir ki, bunlara da Haram denir. Farzların ve haramların hepsine Ahkâm-ı islâmiyye, İslâmiyetin hükümleri denir. Dinler, Allahü teâlânın kullarına rahmetidir, ihsanıdır. Ahkâm-ı islâmiyyeye uyanın duaları muhakkak kabul olur. Namaz kılmayanın, haramlara bakanın ve haram yiyenin, içenin, ahkâm-ı islâmiyyeye uymadığı anlaşılır. Bunun duaları kabul olmaz. İslâmiyete inanan ve uyan, Allahü teâlânın ihsanına kavuşur, mesut olur. İnanmayan, bu saadetten mahrum kalır.
İman etmek de, çok kolaydır. İman etmek için, bir yere para vermek, mal vermek, zor bir iş yapmak, birisinden izin almak gibi, hiçbir şey yapmak lazım değildir. Hatta, imanlı olduğunu kimseye bildirmek, belli etmek bile lazım değildir. İman, altı şeyi öğrenip, bunlara kalbinden, gizlice inanmak demektir. İman eden, Allahü teâlânın emirlerine teslim olur. Yani seve seve yapar. Böylece, Müslüman olur. Kısacası, her mümin Müslümandır. Her Müslüman, mümindir.
***
Sual: Dünyada haram, günah olan şeyleri kullananlar, yapanlar, ahirette bunlardan mahrum mu kalırlar?
Cevap: Dünyada haram işleyen kimse, ahirette ondan mahrum kalır. Burada helal şeyleri kullananlar, orada, o şeylerin hakikatine kavuşur. Mesela, bir erkek, dünyada haram olan ipeği giyerse, ahirette ipek giymekten mahrum edilir. İpek ise, Cennet elbisesidir. O hâlde, bu günahtan temizlenmedikçe, Cennete giremez demektir. Cennete girmeyen de Cehenneme girer. Çünkü, ahirette, bu ikisinden başka yer yoktur.
***
Sual: Bazıları bir cemiyet kuruyorlar. Bunu, İslâmiyete hizmet ve Müslümanları uyandırmak için yaptık diyorlar. Burada her çeşit insan, itikatları bozuk kimseler toplanıyor. Mezhepsiz kimseler ve Ehl-i sünnet mezhebinden birkaç kişi, yüksek kürsülere oturmuşlar, nutuk söylüyorlar. Bunlara ne denir? Bu cemiyeti kurmaktan maksatları, sünnî ve diğer bidat fırkaları arasındaki ayrılığı yok etmek imiş. Birbirlerinin sözlerini, inanışlarını red etmemeleri, kardeşçe geçinmeleri lâzım imiş. Âlimler, birbirlerine uymayan inanışlarını, düşüncelerini söylememeli ve yazmamalı imiş. Ayrılık, münakaşa, helâk olmaya sebep olur, diyorlar. Bu sözleri doğru mudur? Yoksa, bozuk ve azgınlık mıdır?
Cevap: Hindistan’ın büyük âlimlerinden Ahmed Rızâ hân Berilevî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fetâvel-Haremeyn) ismindeki fetva kitabında buyuruyor ki:
Bu yaptıkları haramdır. Dalalettir. İlmi az olan Müslümanları, mezheplerine karşı soğutmaktır. Müslümanlar, sapık din adamlarının Ehl-i sünnet âlimi olarak tanınanlar ile işbirliği yaptıklarını, hepsinin kürsülerde oturduklarını görünce, onları da büyük ve kıymetli sanırlar. Onlara da hürmet ederler. Bu ise, büyük günahtır. İslâm dini, bidat sahiplerine hakaret edilmesini, sert davranılmasını emir ediyor. Onlara saygı gösterilmesini men ediyor. İslâm âlimleri, akait kitaplarında, mesela (Şerh-ul-mekâsıd) kitabında, (Bidat sahiplerine sert davranmak, onları aşağı görmek, red ve tard etmek lâzımdır) dediler. Müslümanlar, onları yüksek yerlerde görünce, kalpleri meyleder. Sözlerini dinlerler. Şeytanın aldatması ile, onları sevmeğe başlarlar. Bunların doğru yoldan kaymalarına sebep, onlarla işbirliği yapanlardır. Ayrı inanışlı kimselerin bir araya gelmeleri, dinin yıkılmasına sebep olur. Müslümanları uyandıracağız diyenler, bunları zehirlemekte, felakete sürüklemektedirler.
Bidat yayıldığı zaman, bunu red etmek ve zararlarını, kötülüğünü yaymağa çalışmak, farzdır. Bunun farz olduğunu İslâm âlimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. Selef-i sâlihîn ve bugüne kadar gelen âlimler, hep böyle yaptılar. Bidat sahiplerini red etmeyen, onları kendi hâline bırakan kimse, Müslümanların sözbirliğinden ayrılmış olur. İslâm cemaatinden uzaklaşmış olur. Bidatleri ve bidat işleyenleri sevmiş olur. Bu ise, Ehl-i sünnet mezhebini ve bu doğru yolda olan Müslümanları kötülemektir.
Marufu nehyetmek ve münkeri emir etmektir. Müslümanları, Allahü teâlânın lanetine sürüklemektir. Büyük âlim, Müslümanların imamı Ahmed ibnü Hacer-il-Mekkî hazretleri (Es-Savâ’ık-ul-muhrika) kitabının önsözünde diyor ki, (Bu kitaptaki yazıların hakikatlerini, özlerini kavrayacak kadar derin ilme malik olmadığım hâlde, bu yazıları yazmağa beni sürükleyen sebep, Hatîb-ül-Bağdâdinin (El-Câmi’) kitabında bildirdiği şu hadîs-i şerif olmuştur: (Fitneler, bidatler yayıldığı ve Eshâbım kötülendiği zaman, hakikati bilen, bildiğini bildirsin! Bildiğini bildirmeyenlere, Allahü teâlâ ve melekler ve bütün insanlar lanet eylesin! Allahü teâlâ, bunların ibadetlerini ve hiç bir iyiliklerini kabul etmez).) (Böyle davranmak, fesat çıkarmak olur, günahtır. Bunlar kendilerini yok etmektedirler) sözü, Allahü teâlâya iftiradır. İslâm âlimlerini kötülemektir. Ehl-i sünnet mezhebinden ayrılmaktır. Mühim bir farzı inkâr etmek, buna haram demektir. (Fâideli Bilgiler s. 425)