Cevap: Müslümanlarda, birkaç yüz seneden beri bir duraklama, hatta gerileme olduğu meydandadır. Bu gerilemeyi görerek, İslâmiyetin bozulduğunu söylemek, çok haksız ve pek yanlıştır. Geri kalmanın sebebi, Müslümanların dine sarılmamaları, dinin emirlerini yerine getirmekte gevşek davranmalarıdır. İslâm dinine, başka dinlerde olduğu gibi, hurafeler karışmamıştır. Cahillerin yanlış inanışları ve konuşmaları olabilir. Fakat bunlar, İslâmın temel kitaplarında bildirilenleri değiştirmez.
Bu kitaplar, Resûlullah efendimizin sözlerini ve Eshâb-ı kiramdan gelen haberleri bildirmektedir. Hepsi, en salahiyetli âlimler tarafından yazılmıştır. Bütün İslâm âlimlerince söz birliği ile beğenilmiştir. Asırlar boyunca, hiçbirinde hiçbir değişiklik olmamıştır. Cahillerin sözlerinin, kitaplarının ve dergilerinin hatalı olması, İslâmiyetin temel kitaplarına kusur ve leke kondurmaya sebep olamaz.
Bu temel kitapları her asrın modasına, gidişine göre değiştirmeye kalkışmak, her zaman için yeni bir din yapmak demek olur. Böyle değişiklikleri, Kur'ân-ı kerime ve hadis-i şeriflere uydurarak yapmaya kalkışmak, Kur'ân-ı kerimi ve hadis-i şerifleri bilmemenin, İslâmiyeti anlamamanın alametidir. İslâmın emirlerinin, yasaklarının zamana göre değişeceğini sanmak, İslâm dininin hakikatine inanmamak olur. Bir âyet-i kerimede mealen;
(Müminler ma'rûf olan şeyleri emreder) buyuruldu. Kur'ân-ı kerime, İslâmiyete saygısızca saldıran aşırı reformculardan Ziya Gökalp ve benzerleri, bu âyet-i kerimedeki ma'rûf kelimesine, örf, âdet diyerek, İslâmiyeti âdete, modaya göre değiştirmeye kalkıştılar. Bunların dediği gibi, İslâmiyet âdetlere yer verseydi, daha başlangıcında cahil Arapların kötü âdetlerini yasak etmez ve Kâbe’nin içine kadar girmiş bulunan putperestliği hoş görürdü. Âyet-i kerimedeki Ma'rûf kelimesi, İslâmiyetin kabul ettiği iyilikler demektir.
***
Sual: Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için ne yapmalıdır?
Cevap: Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için, ihlâs, kalb-i selîm sahibi olmak lâzımdır. Kalp de, ancak Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” inanmak, Onu sevmek ve Ona tâbi olmakla temizlenir. Bunun için, birinci yol, hayatta olan bir Veliyi tanıyıp, Onun sözlerinden, kitaplarından Ehl-i sünnet itikadını, ahkâm-ı İslâmiyyeyi ve tasavvufun edeplerini öğrenmek ve bunlara uymak şartı ile, Ona (Râbıta) yapmak, yani kalbini Onun kalbine bağlamaktır.
Böyle bir Veli görülemediği zaman, herhangi bir Veliye râbıta yapan Onun (Üveysî)si olur. Birinci ciltte ikiyüzseksenaltıncı ve ikinci ciltte seksendokuzuncu mektupta diyor ki, (Bir Arifin sohbetine kavuşamayana, büyüklerin ruhlarından feyz almak nasip olur. Allahü teâlâ onun ilerlemesi için, bunların ruhlarını vâsıta yapar.) Arifler, Veliler, Allahü teâlânın vaat ettiği müjdeye kavuştukları için, öldükten sonra da, taliplere feyz verirler. Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî “rahmetullahi aleyh” üçüncü cildin yüzkırkikinci mektubunda buyuruyor ki, (İmâm-ı Rabbânînin “kuddise sirruh” kabr-i şerifini ziyaret niyeti ile Serhend şehrine gelmeniz çok iyi olur. Buradaki feyzlere ve bereketlere kavuşursunuz. Medine-i münevveredeki membadan buraya gelen nurlardan ve esrardan istifade edersiniz. Hindistan’daki küfür ve isyan zulmetleri, kalpleri karartmakta, ruhları hasta yapmakta ise de, ruhlara hayat veren ve kalpleri temizleyen şifalı su, karanlık ormanlarda bulunduğu gibi, bugün Serhend şehri, Medine-i münevveredeki kaynaktan [Evliyanın mübarek kalpleri vâsıtası ile] gelen feyzlerin, nurların yayıldığı yerdir.
Burasını Hindistan’ın küfür, zulüm yerleri gibi sanmayınız. Burası, [insanı Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşturan] vilâyet yolunun kapısıdır. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mübarek kalbinden gelen envâr ve esrâr, buradan fışkırmaktadır. Allahü teâlânın rızasına kavuşmak isteyenler, inanarak bu mezarı ziyaret ediyor, sevgileri nispetinde, bu feyzlere, bereketlere kavuşuyorlar. Bu mübarek makamda bulunanların çoğu, inanmadıkları, kıymetini bilmedikleri için, bu nimetten mahrumdurlar. Misk bulunan odaya giren, güzel kokuyu duyar. Miski, nezle hastasının burnuna soksan, kokusunu duyamaz.) (Tam İlmihal s. 1055)