Cevap: İmâm-ı Rabbânî hazretleri İsbât-ün-nübüvve kitabında konu ile alakalı olarak buyuruyor ki:
“İnsan, yaratılışında her şeyden habersizdir. Halbuki, insanın dışındaki mahluklar o kadar çoktur ki, Allahtan başka kimse bilmez.
Bunu, Müddessir sûresinin 31. âyeti bildirmektedir. Çocuk, İdrak, anlama aletleri ile âlemleri anlamaya başlar. Mahlukların her cinsine bir Âlem diyoruz. İnsanda ilk yaratılan idrak aleti Lems, dokunma hassasıdır. İnsan, bu hassası ile, soğuğu, sıcağı, yaşı, kuruyu, yumuşağı, katıyı ve benzerlerini anlar. Lems hassası renkleri, sesleri anlayamaz. Sonra görme hassası yaratılır. Bununla, renkler, şekiller anlaşılır.
Görmekle anlaşılan şeyler, lems âleminden daha geniştir. Sonra, işitme hassası açılır. Bu his organı ile sesler, nağmeler anlaşılır. Sonra tat duyma hassası yaratılır. Sonra, koku alma hassası yaratılır. Böylece His âlemini tanıtan beş duygu kuvveti tamamlanır. Yedi yaşına doğru Temyiz kuvveti yaratılır. Bununla, his kuvvetleri ile anlaşılamayan şeyler anlaşılır. Bu kuvvet, his kuvvetleri ile idrak olunan, anlaşılan şeyleri birbirlerinden ayırır. Daha sonra akıl yaratılır. Akıl, temyiz kuvveti ile ayrılmış, faydalı, zararlı, iyi, fena oldukları anlaşılan şeylerden, lazım, caiz, mümkün, imkânsız olanları ayırır.
Akıl, temyiz ve his kuvvetlerinin anlayamadığı şeyleri anlar. Allahü teâlâ, bazı seçtiği kullarında, akıldan sonra başka bir kuvvet daha yaratır. Bununla, aklın bilemediği, bulamadığı ve ileride olacak şeyler anlaşılır. Buna Nübüvvet yani peygamberlik kuvveti denir. Temyiz kuvveti, akıl ile anlaşılan şeyleri anlayamadığı için, bunlara inanmıyor. Akıl da, peygamberlik kuvveti ile anlaşılan şeyleri anlayamadığı için, bunların var olduklarına inanmıyor. Anlamadığını inkâr etmek, anlamamanın, bilmemenin ifadesi oluyor. Bunun gibi, kör olarak dünyaya gelen, renkleri, şekilleri hiç işitmese, bunları bilmez, varlıklarına inanmaz.
Allahü teâlâ, Nübüvvet kuvvetinin de bulunduğunu kullarına bildirmek için, bu kuvvetin benzeri olarak, insanlarda rüyayı yarattı. İnsan ileride olacak şeyi, açıkça veya (Âlem-i misal)deki şekli ile rüyada görmektedir.”
***
Sual: Ehl-i sünnet alimlerinden istifade etmek için ne yapmalı, onları nasıl görmelidir?
Cevap: Büyük İslâm devleti olan Gaznevî imparatorluğunun kurucusu, sultan Mahmûd-i Gaznevî, Ebül-Hasen-i Harkânîye, (Bâyezîd-i Bistâmî nasıl bir zât idi?) diye sordu. Cevabında, (Bâyezîd, öyle kâmil bir Velî idi ki, Onu görenler hidayete kavuşurdu. Allahü teâlânın razı olduğu kimselerden olurdu) dedi. Sultân Mahmûd, bu cevabı beğenmedi. (Ebû Cehl, Ebû Leheb gibi kimseler, Fahr-i kâinâtı, Server-i âlemi “sallallahü aleyhi ve sellem” nice kere gördüler. Bunlar hidayete gelmedi de, Bâyezîdi görenlerin hidayete geldiklerini nasıl söylüyorsun? O, Resûlullahtan “sallallahü aleyhi ve sellem” daha yüksek mi ki, iki cihanın efendisini, üstünlerin üstünü olan, Allahü teâlânın sevgili Peygamberini gören, küfürden kurtulamadı da, Bâyezîdi görenler nasıl kurtulur?) dedi. Ebül-Hasen “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, (Ebû Cehl ve Ebû Leheb gibi ahmaklar, Allahü teâlânın sevgili Peygamberini “sallallahü aleyhi ve sellem” görmediler. Ebû Tâlib’in yetimi, Abdullah’ın oğlu Muhammedi “sallallahü aleyhi ve sellem” gördüler. O gözle baktılar.
Eğer, Ebû Bekr-i Sıddîk gibi bakarak, Resûlullah olarak görselerdi, eşkıyalıktan, küfürden kurtulur, Onun gibi kemâle gelirlerdi). Meal-i şerifi, (Onların sana baktıklarını görürsün. Onlar, seni anlayamıyorlar. Üstünlüğünü göremiyorlar) olan A’râf sûresinin yüzdoksanyedinci [197] âyeti bu inceliği bildirmektedir. Sultân Mahmûd hân “rahmetullahi teâlâ aleyh” bu cevabı çok beğendi. Din büyüklerine olan sevgisi arttı. (Tam İlmihal s. 1051)
***
Sual: Vefatından sonra da evliyadan feyz alabilmek için hangi şartlar vardır? Bid’at sahiplerinden Allahü teâlânın marifetine kavuşanlar olabilir mi? Evliyanın feyz vermesi öldükten sonra kesilir mi?
Cevap: Hanefi mezhebinin büyük âlimlerinden seyyid Şerîf Cürcânî hazretleri, (Şerh-i mevâkıf) sonlarında ve (Şerh-ul-metâli’ hâşiyesi) baş tarafında ve (Berîka)nın ikiyüzyetmişinci sahifesinde buyurduğu gibi, Evliyanın suretleri, öldükten sonra da talebesine görünüp feyz verirler. Fakat, bunları görebilmek ve ruhlarından feyz alabilmek kolay değildir. Ehl-i sünnet itikadını ve ahkâm-ı islâmiyyeyi, kitaplardan öğrenmek ve öğrendiklerine uymak ve Evliyayı sevmek, saygılı olmak lâzımdır. (Merec-ül-bahreyn)de diyor ki: (Tasavvuf büyüklerinin hepsi, Ehl-i sünnet idi. Bid’at sahiplerinden hiçbiri, Allahü teâlânın marifetine yaklaşamamıştır. Vilâyet nurları, bunların kalplerine girmemiştir. Amelde ve itikatta olan bid’atin zulmeti, vilâyet nurunun kalbe girmesine mâni olur. Kalp, bid’at pisliklerinden temizlenmedikçe ve Ehl-i sünnet itikadı ile süslenmedikçe, hakikat güneşinin ışıkları oraya giremez. O kalp, yakîn nûru ile aydınlanamaz).
(İrşâd-üt-tâlibîn)de diyor ki, (Büyük âlim vefat edince, feyz vermesi kesilmez. Hatta artar. Fakat kalp hastalıklarına şifa olan bakışları ve sözleri devam etmediği için] bir insanın meyyit ile olan bağlılığı, diri ile olan gibi olamaz. Bunun için, (Üveysî) olmak, yani meyyitin ruhaniyetinden feyz almak az olur. Fenâ ve Bekâya yükselen dirilerin meyyit ile irtibatları, diri iken olduğu kadar değil ise de, çok olur ve bunlar meyyitten çok feyz alırlar. Fakat, diri iken daha fazla alırlar. Çünkü diriler, yanındakilerin ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmalarını sağlar. Bütün hâlleri ve sözleri ile kalplerine tesir ederek, muhabbetin artmasına, böylece daha çok feyz almalarına sebep olurlar). Görülüyor ki, bir Mürşid aramak lâzımdır.
Sadık ve temiz bir Müslüman, Evliya diri iken de, kabirde iken de, ruhlarından feyz alır ise de, diri olan Evliya, bunun yapması lâzım olan vazifeleri söyler. Hatalarını düzeltir. Böylece, feyz alması kolaylaşır ve çok olur. Ölüler ise bir şey söyleyemez. Yol gösteremez. Kusurlarını bildiremez. Feyz alması azalır veya durur. İlham ve rüya ile meyyitten ders almak da olamaz. Çünkü, ilhamlara ve rüyalara, vehim, hayâl ve şeytan karışabilir. Karışmamış olanları da, tevilli, tabirli olabilir. Doğruları, eğrilerinden ayırt edilemez.
Kazanç pek kıymetli ise de, zarar da, o derece tehlikelidir. Böyle olmakla beraber, hakiki âlim bulunmadığı zamanlarda, mürşid geçinen cahillere aldanmayıp, mevtalarına ruhlarından feyz almağa çalışmalıdır. Buna kavuşmak için, Ehl-i sünnet itikadında olmak ve ahkâm-ı islâmiyyeye uymak ve hakiki âlimlerin kitaplarını okumak ve okuyan ile sohbet etmek şarttır. Küçük çocuk, en çok anasını sever ve ona sığınır. Aklı başına gelince, babasına daha çok güvenir, buna sığınır ve bundan faydalanır. Mektebe veya sanata başlayınca, hocasına, ustasına sarılır. Bunlardan faydalanır. Allahü teâlânın âdeti böyledir. Ruhun kazançları da, bunun gibi, önce ana, baba ve âlim, sonra Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” vâsıtası ile alınıyor.(Tam İl mihal s. 1052)