Cevap: Dünya hayatı çok kısadır ve her günü de geçip hayal olmaktadır. Her insanın sonu ölümdür. Bundan sonrası da, ya daimî azap veya ebedi nimetlerdir. Bunların vakitleri, herkese süratle yaklaşmaktadır.
Bunun için insan, kendine merhamet etmeli, gaflet uykusundan uyanmalıdır. Batılın batıl olduğunu görerek, ondan kurtulmaya çalışmalı, hakkın da hak olduğunu görerek, ona tabi olmalı, sarılmalıdır. İnsanın vereceği karar, çok mühimdir ve vakit ise, çok azdır. Her insan, muhakkak ölecektir ve insan öldüğü vakti düşünmeli, başına geleceklere hazırlanmalıdır.
Hiç kimse, Hakka tabi olmadıkça, ebedi azaptan kurtulamaz. Ölüm anındaki son pişmanlık, insana fayda vermez ve son nefeste Hakkı tasdik etmek, kabul olmaz. Sadece Müslümanın günahlarına tövbe etmesi, kabul olur. O gün, Allahü teâlâ, insana;
“Kulum! Sana akıl nurunu vermiştim. Bununla, beni anlamanı, bana ve Peygamberim Muhammed aleyhisselama, Onun getirdiği İslâm dinine iman etmeni emretmiştim. Bu Peygamberin geleceğini, Tevrat'ta ve İncil'de haber vermiştim. İsmini ve dinini her memlekete yaydım. İşitmedim diyemezsin. Gece gündüz, dünya kazancı için, dünya zevkleri için çalıştın. Ahirette başına gelecekleri hiç düşünmedin. Gaflet içinde iken, mevtin, ölümün pençesine düştün” derse, acaba o insan buna nasıl cevap verecektir?
Bunun için her insan, başına gelecekleri düşünmeli, ömrünü tüketmeden, aklını başına toplamalıdır. İnsanın etrafında gördüğü, konuştuğu, sevdiği, korktuğu kimselerin hepsi, birer birer ölmektedir. Her biri birer hayal gibi, gelip gitmektedirler. İnsan iyi düşünmeli, tercihini ona göre yapmalıdır. Ebedi olarak ateşte yanmak, çok büyük azaptır! Sonsuz nimetler içinde yaşamak ise, çok büyük bir nimettir. Bunlardan birini seçmek, hayatta iken, insanın elindedir. Herkesin sonu, bu ikisinden biri olacaktır. Bundan kurtulmak imkânsızdır. Bunu düşünmemek, çare aramamak, tedbir almamak, büyük cahillik ve cinnettir. Hadîs-i şerifte buyuruldu ki:
(Arzusu ahiret olup, ahiret için çalışana, Allahü teâlâ dünyayı hizmetçi yapar.)
***
Sual: (Herkes Kur’ân ve hadîs okumalı, dinini bunlardan kendi anlamalı, mezhep kitaplarını okumamalıdır) diyenler var. Böyle yapmak, bunlara uymak doğru mudur?
Cevap: Kalbin, ruhun hastalığı, herkeste başkadır ve herkesin (İdiosynkrasie=Überempfindlichkeit gegen bestimmte Reize) denilen hassasiyeti, istidadı ayrıdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yalnız kalbin hastalıklarını ve tedavisini bildirmekle kalmamış, fertlere, ailelere, cemiyetlere, harplere, miras hesaplarına, yani her çeşit dünya ve ahiret işlerine ait yüzbinlerle bilgiyi söylemiştir. Kendi hastalığını ve kalbinin ilâcını bilmeyen bizim gibi cahillerin, bu hadîs-i şeriflerden kendine uygun olanları seçip alması imkânsız gibidir. İkinci cild, 54. cü mektupta diyor ki, (Şimdi hadisler unutuldu. Bid’atler yayıldı. Doğru ve eğri kitaplar birbirine karıştı.) Evliya, kalp, ruh mütehassısları olup, herkesin bünyesine ve hastalığına ve zamanının zulmetine ve fesadına uygun ruh ilaçlarını, hadîs-i şeriflerden seçerek söylemişler ve yazmışlardır.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, dünya eczahanesine yüzbinlerce ilaç hazırlayan baş tabip olup, Evliya da, bu hazır ilaçları, hastaların dertlerine göre dağıtan, emrindeki yardımcı tabipler gibidir. Hastalığımızı bilemediğimiz, ilaçları tanımadığımız için, yüzbinlerce hadîs içinden, kendimize ilaç aramağa kalkarsak, (Allergie) aks-i tesir hâsıl olarak, cahilliğimizin cezasını çeker, fayda yerine zarar görürüz. İşte bunun için, hadîs-i şerifte, (Kur’ân-ı kerimi kendi anladığına göre tefsir eden kâfir olur) buyuruldu. Mezhepsizler, bu inceliği anlayamadıkları için, (Herkes Kur’ân ve hadîs okumalı, dinini bunlardan kendi anlamalı, mezhep kitaplarını okumamalıdır) diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarının okunmasını yasak ediyorlar. Bütün Müslümanları felâkete sürüklüyorlar. Fârisî (Redd-i vehhâbî) kitabı, mezhepsizlerin bu iftiralarına, çok güzel cevap vermektedir. İmâm-ı Rabbânî de, ikinci cildin, 97. ci mektubunda, cevap vermektedir.
Veli demek, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmuş olan, Ehl-i sünnet âlimi demektir. (Ehl-i sünnet) demek, Kur’ân-ı kerimin ve hadîs-i şeriflerin gösterdiği yol demektir. Ehl-i sünnet âlimleri, bu yolu Eshâb-ı kiramdan öğrendiler. Kendi anladıklarına değil, Eshâb-ı kiramdan işittiklerine sarıldılar. Ehl-i sünnetten ayrılmak, Kur’ân-ı kerimin ve hadîs-i şeriflerin doğru yolundan ayrılmak olur. Ehl-i sünnetten ayrılanlar arasında, Kur’ân-ı kerimdeki ve mütevâtir olan hadîs-i şeriflerdeki açıkça anlaşılamayan delilleri yanlış tevil edenler, kâfir olmazlar ise de, bid’at sahibi oluyorlar. Bu delillerden çıkardıkları yanlış ve bozuk bilgilere, (Kur’ân yolu), (Eshâb yolu) diyerek, ahmakları, cahilleri aldatıyorlar. (Tam İlmihal s. 1054)
***
Sual: Dinde zaruri olarak bilinen şeyleri inkâr edenlere Müslüman diyenler, hatta İslâm âlimi, dinde söz sahibi olduklarını söyleyenler, din büyükleri için söylenmiş olan kelimelerle bunları övenler, isimlerini söyleyerek, bunlar “zamanımızın bir taneleridir. Kitapları, gençler için bulunmaz nimettir. Yazıları, kemâl sahibi olduklarına şahittir. Dinimizin direğidirler. İslâm dininin bekçisidirler”, diyenler için ne diyeceğiz? Böyle övenler, onların kitaplarını basanlar, yazanlar ve din büyüklerinin kitaplarıdır diye reklâmlarını yapanlar için ne denir?
Cevap: Hindistan’ın büyük âlimlerinden Ahmed Rızâ hân Berilevî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fetâvel-Haremeyn) ismindeki fetva kitabında buyuruyor ki:
Dinde zaruri olan şeylerden birine inanmayan kâfir olur. Bunun kâfir olduğunda ve Cehennemde sonsuz azab çekeceğinde şüphe eden de kâfir olur. Bunun kâfir olacağı, (Bezzâziyye) ve (Dürr-ül-muhtâr) ve Kâdı İyâdın (Şifâ) ve İmâm-ı Nevevînin (Ravda) ve İbn-i Hacer-i Mekkînin (el-A’lâm) kitaplarında açıkça bildirilmiştir “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. Bir Hristiyan’ı, bir Yahudi’yi ve din-i İslâmdan ayrılanlardan birini kâfir kabul etmeyen kimsenin kâfir olacağında şüphe eden kimsenin de kâfir olacağını, İslâm âlimleri söz birliği ile bildirdiler. Bu söz birliği adı geçen kitaplarda yazılıdır.
Kâfir olmasında şüphe eden de kâfir olunca, onu Müslüman bilenin nasıl olacağını ve hele, onu İslâm âlimlerini öven kelimelerle methedenin nasıl olacağını düşünmelidir. Bu sözümüzden, böyle kimseleri İslâm âlimi sananların ve bunların küfür saçan sözlerini, yazılarını övenlerin, yayanların, kâfir olacaklarını iyi anlamalıdır. Övmek, yaymağa çalışmak ve reklâmını yapmak, razı olmağı, beğenmeği gösterir. Küfre rıza, küfür olur. Küfre rıza demek, kâfirin küfür üzere kalmasını istemek değildir. Onun küfrünü beğenmek demektir. (Fâideli Bilgiler s. 421)
Hadîs-i şerifte, (Kişi, sevdiği ile beraberdir) buyuruldu. İmâm-ı Ali’nin ve başkalarının bildirdikleri hadîs-i şerifte, (Yemin ederim ki, Allahü teâlâ, insanı sevdikleri ile beraber haşr edecektir) buyuruldu. Taberânînin bildirdiği hadîs-i şerifte, (Allahü teâlâ, insanı sevdiklerinin arasında haşr edecektir) buyuruldu. Ebû Dâvüdün ve Tirmüzînin, Ebû Hüreyreden bildirdikleri hadîs-i şerifte, (İnsanın dini, arkadaşının dini gibidir. Herkes, kiminle arkadaşlık ettiğine baksın!) buyuruldu. (Fâideli Bilgiler s. 429)