Cevap: Ahireti kazanmak için, dünyayı yani haramları, mekruhları terk etmek lazımdır. Dünyayı terk etmek, iki türlüdür:
Birincisi, bütün haram olan şeylerle beraber, mubahları da yani günah olmayan lezzetlerin çoğunu da bırakıp, yaşamak için zaruri olan miktarını kullanmaktır. Tembel ve işsiz olarak oturup da, dünyanın zevk, keyif ve eğlencelerine dalmak yolunu bırakarak, her türlü zevk ve lezzetinden vazgeçip, bütün zamanını, ibadetle, Müslümanların rahatları ve İslâm dinini bilmeyenlerin, doğru yola kavuşmaları için lazım olan ilmi ve teknik usulleri, vasıtaları, en ileri, en üstün şekilde yapmak ve kullanmakla geçirmek, böylece durmadan çalışmaktır. Dünya zevkini böyle çalışmakta aramak ve bulmaktır. Eshâb-ı kiramın hepsi ve din büyüklerinin çoğu, hep böyle idi. Dünyayı, bu şekilde terk etmek, çok faydalıdır. Bundan maksat, İslâmiyetin emrettiği şeyleri yapmak için, bütün rahatı ve zevkleri feda etmektir.
İkincisi, dünyada haram ve şüpheli şeylerden kaçıp mubahları kullanmaktır. Bu kısım da, ahir zamanda, çok kıymetlidir. Bu sebeple, İslâmiyetin haram ettiği şeylerden kaçınmak, her Müslüman için lazımdır. Hadîs-i şerifte;
(Yalnız dünya için çalışana, yalnız kaderinde olan kadar gelir. İşleri karışık, üzüntüsü çok olur) buyuruldu.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında, bu konuda buyuruyor ki:
“Din ile dünyayı birlikte kazanmak imkânsızdır. Ahireti kazanmak isteyenin, dünyadan vazgeçmesi lazımdır. Bu zamanda, dünyayı tamamen terk etmek, kolay değildir. Hiç olmazsa, hükmen terk etmek, yani terk etmiş sayılmak lazımdır. Bu da, her işte İslâmiyete uymak demektir. Yiyecekte, içecekte, giyecekte ve ev kurmakta İslâmiyete uymak lazımdır. İslâmiyetin emirlerini aşmamak lazımdır. Altın ve gümüşün, ticaret eşyasının, kırda, çayırda otlayan dört ayaklı hayvanların zekâtını vermek farzdır. Bunların zekâtını elbette vermelidir. İslâmiyete uymakla ziynetlenen bir kimse, dünyanın zararından kurtulmuş olur ve ahireti kazanır. Dünyayı yani nefsin arzularını, böyle hükmen de terk edemeyen kimse, münafık demektir. İmanlı olduğunu söylemesi, ahirette kendisini kurtaramaz.”
***
Sual: Bazı kimseler “Cebrâil aleyhisselâmın ve meleklerin ve cinnin ve şeytanların ve göklerin ve mirac mucizesinin ve Cennetin ve Cehennemin var oldukları ve bedenlerin tekrar dirilecekleri doğrudur” diyorlar. Fakat, bunları bildiren âyet-i kerimelere, uydurma manalar veriyorlar. Âdetlerin ve fizik kanunlarının dışında bir şey var olamaz diyorlar. Böylece, Allahü teâlânın, tabiat kanunları dışında birçok şeyler yaratacağını inkâr ediyorlar. Mucizelere inanmıyorlar. Bunlara, tabiatta gördükleri, öğrendikleri şeylere göre, mana veriyorlar. Allahın dinini yaymak için yapılan cihatta, kâfirlerden alınan esîrlerin köle olarak kullanılması haramdır, zulümdür. Vahşîlerin yaptığı şeydir, diyorlar. Bütün dinlerde bildirilmiş olan bu işi, Allah emir etmemiştir, diyorlar. Tefsir kitaplarının ve hadîs kitaplarının hiçbirine inanmıyorlar. Bunların içindekilerin hepsini âlimler uydurmuştur, diyorlar. Elimizde doğru olarak yalnız Kur’ân var. Biz Kur’âna yeni bilgilerimize göre mana veririz. İlk Müslümanların anladıklarına ve onlardan bize ulaşanlara inanmayız diyorlar. Böyle söyleyenlere (Müslüman) ve (Ehl-i kıble) denir mi? Müslüman olduklarını bildiriyor ve (Kelime-i şehadet) söylüyorlar ve kıbleye karşı namaz kılıyorlar. Hatta, hakiki Müslüman kendilerinin olduğunu ve hâlis İslâm dininin de onların söyledikleri gibi olduğunu iddia ediyorlar. Bunlara Müslüman mı diyeceğiz, kâfir mi diyeceğiz? Söylediklerine yanlış, bozuk mu diyeceğiz?
Cevap: Hindistan’ın büyük âlimlerinden Ahmed Rızâ hân Berilevî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fetâvel-Haremeyn) ismindeki fetva kitabında buyuruyor ki:
Hiç öyle değildir. Vallahi, bunların Müslümanlıkla hiç ilgileri yoktur. Bunlar, İngilizlerin beslediği İslâm düşmanlarıdır. Kâfirlerin, mürtedlerin en kötüleridirler. Çünkü bunlar, dinde zaruri olarak bilinen şeyleri inkâr ediyorlar. Bunların kelime-i şehadet söylemeleri ve Kâbe’nin kıble olduğunu söylemeleri, (Mümin) olduklarını ve Ehl-i kıble olduklarını göstermez. Zaruri olan, açık, meydanda olan din bilgilerini değiştirmeğe, âlimlerin hiç biri ve itikat ve fıkıh kitaplarının hiç biri izin vermemiştir. (Fâideli Bilgiler s. 420)