Cevap: Allahü teâlâya şükretmek, Onun dinini kabul etmek, emrettiklerini yapmak, yasak ettiklerinden de sakınmak demektir. Nimetin kıymeti bilinmeyince, elden gider, şükredilince elde kalır ve artar. Sûre-i İbrahimin 7. âyetinde mealen;
(Şükrederseniz, verdiğim nimetleri elbette arttırırım) buyurulmaktadır.
Peygamberlerin bildirdikleri emir ve yasaklar, insanlar için birer rahmettir, iyiliktir. Bu emir ve yasaklar, inkâr edenlerin söyledikleri gibi, külfet, eziyet olmadığı gibi akla da aykırı değildir. İyilik edenlere, şükretmek yani, sevindiğini bildirmek, aklın istediği bir şeydir. Dinin bildirdiği hükümler, bütün nimetleri, iyilikleri yaratan, gönderen Allahü teâlâya karşı, şükrün nasıl yapılacağını göstermektedir. Ayrıca dünyanın, hayatın düzeni, cenab-ı Hakkın bu emirlerini yapmakla ve yasak ettiklerinden de sakınmakla mümkün olur. Eğer Allahü teâlâ, herkesi kendi başına bıraksaydı, kötülükten, karışıklıktan başka bir şey olmazdı. Allahü teâlânın haram etmesi olmasaydı, nefisleri, keyifleri peşinde koşanlar, başkalarının mallarına, canlarına, ırzlarına saldırır, karışıklıklar hasıl olur, saldıran da, karşısındakiler de, zarar görürlerdi.
İnsanların, Allahü teâlânın emir ve yasaklarından uzaklaştıkça, geçimsizlik, sefalet, sıkıntı ile kıvrandıkları hep görülmüştür. Teknoloji, akıllara hayret verecek şekilde ilerlediği hâlde, dünyadaki huzursuzluğun, sıkıntının azalmadığı hatta arttığı görülmektedir. Allahü teâlâ, insanların saadetlerine sebep olan şeyleri emretti, felaketlerine sebep olanları da yasak etti. Dinli olsun, dinsiz olsun, bir kimse bilerek veya bilmeyerek, bu emir ve yasaklara uyduğu kadar, dünyada rahat ve huzur içinde yaşar. Eğer iman ederse, ahirette de, ebedi saadete kavuşur.
Bir kimse, Allahü teâlânın ihsan ettiği nimetlerin kıymetini bilir, buna göre yaşar, kendinde bir değişme olmazsa, bu kimseye verilen nimetler, onda hep kalır hatta artar. Bu hâl, bir insan için olduğu gibi cemiyet ve milletler için de aynıdır. Nitekim Ra’d sûresinin 11. âyetinde mealen;
(Bir millet, kendini bozmadıkça, Allah onların hâllerini değiştirmez) buyurulmuştur.
***
Sual: Âlemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak geldiğini mi yoksa bir ilk varlığın, yaratıcının bulunduğunu mu göstermektedir?
Cevap: Cisimlerin, maddelerin durmadan değişmeleri, birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz olarak gelmiş değildir. Yani, böyle gelmiş böyle gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır.
Değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır demektir. Yani hiçbir şey yok iken, hepsi yoktan yaratılmıştır demektir. İlk, yani birinci olarak maddeler yoktan yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu âlemin yok olması lâzımdı. Çünkü, âlemin sonsuz öncelerde var olabilmesi için, bunu meydana getiren maddelerin daha önce var olmaları, bunların da var olabilmeleri için, başkalarının bunlardan önce var olmaları lâzım olacaktır. Sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. Önceki var olmazsa, sonraki de var olmayacaktır. Sonsuz önce demek, bir başlangıç yok demektir. Sonsuz öncelerde var olmak demek, ilk, yani, başlangıç olan bir varlık yok demektir. İlk, yani birinci varlık olmayınca, sonraki varlıklar da olamaz. Her şeyin her zaman yok olması lâzım gelir. Yani, her birinin var olması için, bir öncekinin var olması lâzım olan sonsuz sayıda varlıklar dizisi olamaz. Hepsinin yok olmaları lâzım olur.
Âlemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak gelmediğini, yoktan var edilmiş bir ilk varlığın bulunduğunu göstermekte olduğu anlaşıldı. Âlemin yoktan var edilmiş olduğunu, o ilk âlemden hâsıl ola ola, bugünkü âlemin var olduğunu anladık. (Tam İlmihal s. 1042)